Pazar, Aralık 30, 2007

Bitmese cümle

Uzun zamandır dilime geliyor ama ne olduğunu bulamıyorum. Sanki birazdan çok afilli bir cümle çıkacak elimden, sanki birazdan bir cümle kuracağım ki hayatımın anlamı olacak . Sanki kursam o cümleyi ben çok rahatlayacağım. Sanki tam söylemeyecekmişimde unutuvermişim gibi ...
Ne çok yordu beni bu bayram, bir sürü kişi görmek, bir sürü içene giremediğim ortam-konuşma. Kısa kısa cevaplar ; "evetler", "hayirlar", "insalllahlar", "tabi tabiler". Birşeyde anlamadım 4 günün sonunda. Geldiğimde omuzlarımda ağrı, anlamaya başlanmış yeni durumlar, yarısı bilinen hikayeler, sonuca bağlanamamış replikler ... Şimdi geçti sanırım. Etkisinden kurtuldum o hengamenin. Tekrar işe güce ve kendime döndüm. Kendi hayatıma : ))
Şimdi ise yeni bir yıl, yeni yeni umutlar. Kırıklara bir sürüsü geçen yılda eklenmişti. İşte bende bu niyetle gittim aldırdım bütün kırıklarımı, sonra renk de değiştirdim. Belki unuturum kırgınlıkları, kırıklıkları diye. Belki unuturum anlatılamamış, saçma sapan oyuna dönmüş ilişki karmaşalarını, belki içim rahat eder dedim. Etti mi ? eh işte ...
Şimdi yeni yıl geliyor ya, yeni heyecanlar lazım. Peşine düşülecek hayaller, hobiler, umutlar lazım. Yeni yeni yüzler, yeni yeni güzellikler, yeni yeni yolculuklar lazım. Herkse bol güzel süprizli, sevdiklerinizle hatırlayacağınız o nadir günlerden bolca dilerim. Bu sene de bol bol görüşmek üzere.
Sevgilerle

Perşembe, Kasım 29, 2007

Sussam hep sussam ...

Bugünlerde konuşmaya başlayınca çenem düşüyor. Halbuki hiç de sevmem çok konuşanları. Yani öyle sürekli anlatanları. Seni konuya almadan, sana bilgi vermek amaçlı olmadan, sadece konuşmuş olmak için olan konuşmaları. Bugünlerde, "a" demek gereken yere uzun uzun cümleler kuruyorum. Farkedince kendimi toparlayıp, konuyu uygun bir kısa kesişle bitiriyorum.
Gençliğimde (lise yıllarım yani : ) şöyle sussam hiç konuşmasam diye düşünürdüm. Konuşmam gereken durumları düşünür, susarak bir çözüm getirirdim hayallerimde. Sussam ve hiç konuşmasam ne olur ? diye düşünürdüm uzun uzun. Demek ki anlatacak pek birşeyim yokmuş ya da konuşmalarım nitelikli değilmiş ki hayatımdan çıkmasını bile düşünmüşüm. Hatta bazı günler olabildiğince az konuşmaya çalıştığımı, kısa cümleler kurmaya çalıştığımı da hatırlıyorum. Belki de sessiz olsakda anlaşabileceğimizi ispat etmeye çalışıyordum. Sessizliğinde aslında bir konuşmak kadar önemli bir paylaşım olduğunu o zaman farketmiştim.
Sonra üniversite yıllarımda daha çok sevdim konuşmayı, geyik dediğim ve zaman kaybı olarak gördüğüm konuşmalardan bile büyük keyif almayı öğrendim. Zaman içerisinde durmadan koştururken, bir taraftan yaptıklarımı işlem maddesi gibi sıralıyor bir taraftan da bunların özetini çevremdeki arkadaşlarıma anlatıyordum. Sessizliğin bir paylaşım olduğunu o zamanlar tamamen unutmuştum. Sonra bir haftasonu öylece denizi seyrettiğimde, hiç konuşmadığımı farkettim. Ne olmuştu ? bilmiyorum. Ama öylece bakmak ve beklemek, düşünmek bana iyi gelmişti. Taaaa o eski günlerdeki gibi ...
Geçen hafta seyrettiğim Yaşamın Kıyısında bir karakteri görünce sanki o hayal ettiğimi gördüm. Çocuğu oynayan karakterden bahsediyorum. Hani gerekmedikçe konuşmayan, ve konuşmak zorunda da hissetmeyen o karakteri. Filmin son sahnesinde bu çocuk sahile oturup babasını beklemeye ve bundan dolayı acele etmediğini görünce ise aklıma o haftasonum geldi. Ara sıra kendimde yakaladığım ruh halini gördüm sanki. Bir çeşit yansıma sanki ...
Ama bu aralar hiç öyle değilim. Bu aralar henüz 30 cm'den kısa olduğum zamanlardaki gibi sürekli konuşan soran soruşturan ruh hali içerisindeyim. Yine o zamanlardaki gibi zamanı kovalamiyorum. Hatta zamanın pek farkında da olmuyorum. Yapmak istediklerimin saatini tutmamak da insana iyi geliyor. Ne şanslıyım değil mi ? Geçici olduğunun altını çizeeyim : ))
Limon Çiçeği

Salı, Kasım 06, 2007

Yenileniyorum ..

Her doğum günü bana yeni bir başlangıç gibi gelir. Oturup bir sene neler olduğunun, gelecek sene neler olmasını istediğimin bir arada ilk defa düşünüldüğü yazıldığı bir gündür. Ama her başlangıç gibi bitişden biraz uzak, başlangıca daha yakındır bugün. Yeni bir yaş beni bekliyor. Hergünü, her anını yaşamam için... Ben acele etsemde, ben yavaş hareket etsemde zaman yine aynı hızında bu yaşımıda bitirecek; neyseki geriye yaşanmışlıklar kalıyorda bir hayal görmediğimi anlıyorum.
Efendim, bizim oralarda ( ne çok demeye başladım) "koca" kelimesi erkek eş anlamı dışında da kullanılır. Anlamı büyük demektir. Ama öylesine büyük değil, şöylesine "bbbüyyyyyüüükk" demektir. Mesela koca çınar dediğimizde sadece büyüklüğünü değil aynı zamanda heybetini de anlatır bu kelimecik. Ben de bir zamanlar çocukların ablası iken sonra teyzesi/halası oldum. Çok yakınlarda da koca teyze/koca hala olacağım sanırım.
Efendim gelelim geçen yıla, neler değişti hayatımda:
- dişlerim
- amerika doktora hevesim
- işim/kariyerim/kariyer hayallerim
- evim
- arabam
- ev arkadaşım
Bayağı birşeyler olmuş di mi ?
Elimde neler mi var ? Kayde değer bulunup yazılmış günler, yazılmamış yaşanmış günlerle birlikte. Alınıp bir kenara atılmış eşyalarla, kırılana/yırtılana/bozulana kadar kullanılmış eşyalar. Hüzünlenilmiş günlerle, neşelenilmiş anlar, kahkahanın dibine vurulmuş akşamlar. Yeni güzel insanlarla, hayatımda olmadıkları için binlerce kere şükrettiğim kötüler. Açılıp içilmiş gazozlar gibi, bakılıp alınmamış dondurmalar. Kabuğuna kadar yenmiş karpuzlarla, hırsı alınamamış öfkeler. VE daha neler neler. Bundan sonrası mı ? Bilmem, bir sonraki durağı bilmeden bir otobüse binmişim pencereden olana bakar gibiyim. Kontağı çalıştırmış ama nereye gideceğini bilmez gibi ...
Bu sene de bana güzellikler getirsin, bugün bir kapının eşiğinde hissediyorum kendimi. Bir rüya başlayacak gibi, beklenen en heyecanlı sahneler geliyor gibi, birazdan çok eğleneceğim bir arkadaş ortamına girecek gibi, uzun zamandır denize girmemişken denize atlayacak gibi, bütünn gün oruçluymuşumda ilk lokmayı alacak gibi ... İçimde öyle tarif edemediğim, güzellikleri barındran bir duygu var. Bu duyguyu her sabah kalktığımda hissetmeyi öyle çok isterim ki ! Hastalıktan yeni kalkmışım, uzun zamandır görmediğim evime gelmişim, yıllar sonra ilk defa uykumu almışım gibi ... Yeni yıl, yeni yaşım hoşgeldin. Ne iyi ettin de geldin. Bak beni öyle çok mutlu ettin ki! Hoşgeldin, sefalar-güzellikler getirdin...
Şimdi ben sana teslim olsam, teslim etsem kendimi sen hep güzelliklerini göstersen ne güzel olur di mi ?? İyi ki doğmuşum di mi ?
Limon Çiçeği

Perşembe, Ekim 25, 2007

Zamansızlıkda var bir yerlerde biliyorum ...

Ne zaman Zeynep'e gitsem gözüme çarpıyor o heykel. Öyle doğalından sarmaş dolaş olmuş bir çift. Öyle farklı bir ahşapbiblo ki ! Benim burada anlatma çalışmalarım biraz boş kalıyor. Öyle içten sarılmışlar ve sarılışları öyle uyumlu ki! Sankiyıllardır sarılmışlar, sanki yıllarca da sarılacaklar gibi. Sanki bir birlerini bırakmamak için sıkı sıkı tutuyorlar birbirlerini,ama öyle boğarcasına da değil. Ve sanki bütün bu sarılmalardan hiç şikayetçi değiller. Sanki hiç elleri ayakları uyuşmuyor, sanki boyunları hiç ağrımıyor, hallerinde öyle rahatlar ki !


Bu biblo daha sonra hep Brancusi'nin The Kiss heykelini hatırlatıyor. Bir yerlerde okumuştum herhalde, daha sonra Philedelpia Sanat Müzesinde de gerçeğini görüp ona da öylece bakakalmıştım. Nasılda bir birlerini tamamlamışlardı ve bu tamamlamada ayrılmanın a'sı bile yoktu. Sanki hep oradaydılar ve ben arkamı dönüp gitsemde, birazdan yangın çıksa da onlar orada hep öyle kalacaklardı. Zaman duygum şaşmış, ama böylesi zamanı şaşmış bir sarılışı istemiştim.

Şimdi bu iki heykel beni benden alıp yine zamanın olmadığı, sarılışların bir ömür sürdüğü bir diyara götürdü. Ne zaman gelirim bilinmez ...


Limoni

Pazar, Ekim 21, 2007

Bir anın tadına varmama var...

Bir zamandır yine anları kaçıyorum. Yine yarına, sonraya, bir saat sonrasına, eve gidincesine dalıyorum. Oturup bunları düşünürken bu anlarımı da kaçırıyorum. Sürekli kendime bunu telkin etsemde bir şekilde uçup gidiyorum. Bir türlü de geri gelemiyorum. Ya ben daha gelemedim mi ? gittim mi ? bilemedim.
Bir şeyi çok istersem olur onu biliyorum. Siz de bilin olur mu ? İnancı ( ama güzel şeylere) hissetmek nasıl da büyük bir güç. Ben şimdi o gücü, o tutkuyu özledim. Acil olarak bu durumdan sıyrılmam gerek. Hatta tamda sonbahar geldi, melankolik olmadan sıyrılmalıyım. Hasta olma bahanemde yok, ama halen çok uyuyorum. Bakalım bu hafta neleri değiştiriyorum.
Herkese güzel bir hafta
Limon Çiçeği

Perşembe, Ağustos 30, 2007

30 Ağustos Zafer Bayramı

Bugünlerde ne kadar da önemli bir gün. Bu kadar siyasi olaylardan sonra umarım Atatürk'ün ilkeleri gerektiği saygıyı görürler ve kendi emellerine hizmet edecek şekilde yorumlanmazlar. Bunca zaman sonra ezbere bildiğime inandığım gençliğe hitabeyi okumaya çalışınca arapça kelimeleri karıştırdığımı ve bazı kelimelerin ise ne anlama tam olarak gelmediğine karar verdim. Tekrar üzerinden gitmek gerekir ise :
Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen, Türk İstiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hiyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk İstikbalinin evladı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!

20 Ekim 1927
K.ATATÜRK

Atatürkçü düşünce derneğinin internet sayfasından aldığım, Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun günümüz Türkçe’sine uyarladığı Gençliğe Hitabe ise:
"Ey Türk Gençliği!
Birinci ödevin Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek korumak ve savunmaktır.
Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli (güven) kaynağındır. Gelecek de, yurt içinde ve dışında, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyecek kötüler bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak için içinde bulunacağın ortamın olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin!Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz olabilir.Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir yenginin temsilcisi olabilirler.Zorla ya da aldatıcı düzenlerle, sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemi yapım yerleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine eylemli olarak girilmiş olabilir. Bütün bu durumlardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere, yurdun içinde yönetim başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık ve üstelik hainlik içinde bulunabilirler. Dahası, yönetim başında bulunan böyleleri, kişisel çıkarlarını, yurduna girip yayılmış olan (dış) düşmanların siyasal amaçlarıyla birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve darlık içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin genç kuşakları!
İşte bu ortam ve koşullarda bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve cumhuriyetini kurtarmaktır.Gereksindiğin güç, damarlarındaki soylu kanda vardır."
Güzel bayramlar
Limon Çiçeği

Pazar, Ağustos 26, 2007

Evet istemenin gücü

Kişisel gelişim kitaplarından fırlamış bir başlığım var değil mi ? Evet, çok okuduğumdan değil sadece bir önceki yazımda istediğim şeyin şu an gerçekleşiyor olmasının mutluluğu benimkisi. Dışarıda yine rüzgar var, sertçe esiyor. Bir de buna yağmur eklenmeye başladı. Birazsan güneş tamamen etkisini kaybeder ve iç anadolu mevsimi etkisi ile hava daha da bir soğur ve ben kahvemi kaptığım gibi balkondayım.
Dün annem yayladan haberler verdi. Orada da yağmur yağıyor ve ince hırkalarını giymişler. Hoş bizim orada ince hırka yerine yelek daha çok kullanılan birşeydir ama benim gibi çok üşüyenler için yelek pek faide etmez ve hırka her zaman tercih edilir. Bir de yaylada evlerin çatıları eskiden (artık pek olmuyor ya) çinkodan olurdu. Yağmur yağdıkça tık tık seslerini duyarsınız, bir çeşit terapi gibi : ))
Ya ben garip oldum yine, böyleyim bugünde işte ...
İstemenin büyüsüne devam, bir de şu yolculukla ilgili işlemlerin biran önce halledilmesini istiyorum :)) Sonra bilgi kapsüllerinden :)) Daha çok var aslında istediğimde şimdilik düz geçelim... Güzel bir hafta
Limoni

Cuma, Ağustos 24, 2007

İstiyorum

Artık ne de rahat söylüyorum bu kelimeyi. İstiyorum, belki ne istediğimi kesin bilmemin etkisi belki de elde edemesemde yaşayacağımı bilmemin etkisi. Bir zamanlar bunu sesli söyleyemezdim, kalem defterle bekleyenler kayda geçirecek ve ben yapamazsam cezalar verilecek sanırdım, her bakış bunu bilerek bakacak sanırdım. Şimdi olur olmaz şeyleri istiyorum. Hem de olur ve olmaz ...
Şimdilerde, polarıma sarılacağım, saçlarıma rüzgarların girdiği, serince bir yerde dalgalanan denizi seyretmek istiyorum, öyle bir saat iki saat değil ama, güncelerce, ben dur deyinceye kadar, dalgalar beni kendime getirinceye kadar. Sıcacık kahve fincanıma sarılıp kokusunu içime çekesim var. Sonra polarımın ceplerine ellerimi atıp, rüzgardan sulunan gözlerimi silesim var. Var işte, benim böyle dağı tepeyi ormanı yağmurlu havada ayağımda botlarımla seyredesim var.
Yurttayken çok yapardım, sabah erkenci kuşu yine 6-7'de kalkardı. Tabi o zaman oda da 4 kişi, çıt demeden atardım kendimi yurdun önüne. Bir iki kedi, uçuşan bir kaç çınar yaprağı, belki bir görevli ortalıkta ... Öndeki merdivenin başına bağdaşı kurup, sıcacık kahveyi içmek ve gelen günden isteklerini sıralamak, yüzünde oluşan gülümseme, kendinden memnun olma hali ... Ahh ne çok özlemişim bunu .
Şimdilerde küçük balkonumda yapıyorum sabah erken kalkma, yetişirsem güneşin doğuşunu seyretme, güneş gelmeyen serin balkonda kahve içmece ve yine yeni günden isteklerimi isteme. Bu arada havanın nemli olmasından mı ? yoksa eğim olaylarından doalyı mı güneş uzun mor-pembelikten sonra doğuyor. Vanilla-sky tadında kalıyor bir müddet. Güzel oluyor. Ben bir zamandır sabahları kahve içmiyordum. Hem kahvaltı etme isteğimi alıyor, hem sağlıksız hem de vucuduma iyi davranmak adına içmiyordum. Ama istiyorum, seviyorum ben bu işi... Mis gibi kahve, ahh bir de filtre olsa kahvem değmen keyfime. Yine de şükretmek lazım, kahveme, balkonuma, sabah uynan kendime , beni okuyan sizlere ...
Güzel bir haftasonu geçirin, kendinize 5 dk da olsa tatil verin, geçin güzel bir manzaranın karşısına ve duygularınızı dinleyin. Umarım benimkiler gibi sizede güzel şeyler söyler ve gülümsemenizi sağlar.
Sevgilerle
Limon Çiçeği
not: yeni iş arkadaşlarıma en doğal halimi de gösterdim, hani hafif sımarık biraz geveze biraz çok bilmiş... Önce bir afalladılar, sonra baktılar yapacak birşey yok ve kabul ettiler, evet yeni iş arkadaşlarım benim bu halimi de kabul ettiler :)))

Cumartesi, Ağustos 18, 2007

Ve yeni yeniden Mehmet Günsur

Bilenler bilir benim bu şahsa karşı bir zaafım var. Beyaz gelincik dizisine de başlamama vesile olan kendisidir. Her ne kadar daha sonra diziyi bıraksa ve ben konu - oyunclular açısından sevdiğim için izlemeye devam etsemde, kendimi yarı yolda bırakılmış gibi hissettiğim gerçeğini değiştiremez.
Şimdi yeni biz dizide yine TMCnin çatısı altında karşımıza çıkıyor. Bıçak sırtı. Fikret Kuşkan ve Nejat İşler ikilisini Mustafa Hakkında Herşeyde sevmiş, beğenmiş, oyunculuklarını takdir etmiştik. Şimdi sıra geldi bunun katlanan kadrı ile dizi haline. Süper bir şey olacağına inanıyorum ve dart akşamım dışında bir zamanda olması için sabırsızlanıyorum.
Bilginize ...
Limon Çiçeği

Perşembe, Ağustos 16, 2007

Geçenlerde sordum kendime ?

Nasılsın? diye . Uzun uzun baktı yüzüme, anlamadı, ne sorduğumu. Tekrar sordum, nasıl hayat ? yine baktı ... Göz kırpıştırdı, yoksa dondu kaldı derdim. İyiyim dedi ezberden, iyiymiş yani. Birşeylerin olduğuna inanamaz durumdaydı, kendini dinlemez ve başka alemlerde gibi yani.

Kafamda tilkiler birbirlerine geçmiş hepsi başka yöne gitmeye çaılıyor sanki. Derken biri "nasılsın ?" dedi. İçimden ben mi ? demek geçti, bana mı sordun? birşey diyemeden baktım bir zaman, sonra uyandım ve iyiyim dedim. Hastalığın seni terk etmeye karar verdiği sabah uyanmışım gibi.

Nasıl geçer bu öfke içimde dedim, her saniye yeniden yeniden yaşarken arka arkasına gelen ters olayları, anlaşılamamayı ve daha kötüsü madurun tek ben olduğum durumu. Neyden bahsediyorum anlamıyorsunuz tabi. Tek derdimden bahsediyorum, dişlerimden. Biri nasıl bu kadar vurdum duymaz olur ki ! Bir hafta önce karşımda şemkiren ve ben her ay senin muayeneni düzenli yapıyorum diyen adam nasıl böyle tatile gidip ben 2 hafta sonra geleceğim bekle diyebilir. Ve bunu yüzüme bile demeyip sekreterine arattırır. Daha fenası nasıl sizin zamanınızı bu kadar rahat çalabilir ve tedavinizi %50 artırabilir. Ve bu tedavi sizin bütün görüntünüzü etkilerken veya nasıl tedavi süresini bu kadar yanlış tahmin edebilir. Nasıl ? nasıl ? ... tek cevabı var güvendiği birileri var demek ki ! eee benim babamda bilir kişi olsa ve camia bilse herhalde bende bu kadar umursamaz olurdum, bu kadar hastalarımla ilişki sorunlusu olurdum, bu kadar sosyal zeka özürlü olur, kendimi hastalarımın yerine koyma duygusundan yoksun olurdum. Ve herşey maddi olurdu, müşteri ilişkisine dönerdi.

İşini iyi yapan insanlar istiyorum. Şikayet etmekten bıkmış, sorundan çözüme yönelmiş, karşı tarafın yerine geçebilen ve kendi doğrularını sorgulayan.

Size önerim bir gün bir yerlerde Hakan Demirel'i ortodontide veya herhangi bir diş olayında tavsiye ederse kendisi felaket yalancı biridir. Aman - sakın... koşarak kaçın derim. Aksi halde bir hastanın umursanmamasına, zamanının çalmasını önemsememesine şahit olursunuz. Ve sadece paranızı verdiğiniz müddetçe ilgilenilirsiniz, para ödemeniz bittiği anda artık bir yük, fazlalıksınız. Dikaat diyorum dikkaaattt ...

Limon Çiçeği

Pazartesi, Ağustos 13, 2007

I am in ...

Trinity bunu söylediğinde, çoğu zaman kendimi ifade edemediğim cümlenin bu olduğunu düşündüm. Şu anda da beni ifade ediyor. "Back" değil kesinlikle "in" ...

"Geldim" , gidişi çağrıştırıyor ya sevmiyorum ondan. Oysa her geliş bir başlangıçsa, ki bence öyle, içinde gitme barındırmasa daha güzel olacak, daha az canımı yakacak sanki.

Yeni bir iş yeni ortam, yeni insanlar ve öğrenilecek yeni konular. Bolca yeni var hayatımda, bende olabildiğince yenilenmiştim tatilde. Yepten yeniyeyim yani. Tatil detaylarına girmeyeceğim güzel olduğu kadar buruk, buruk olduğu kadar yazıkmış dediğim olaylar oldu. Ama ben dert etmedim, salladım, atladım, yok saydım... Bu yok saymayı ben çok güzel yaparım. Canımı sıkan birşey varsa yok sayabilirim, tabi herşeyi değil ama genel olarak yok sayarım. Benim için önemli ise olay veya kişi işte o zaman durur, geri adım atar ve sorunu ele alırım. Önem verdiklerimi de yok saymaya başlayınca anlayın ki artık eski öneme sahip değiller, yani ben anlayayım ki : )

İçimdeki boşluk doldu mu derseniz hayır! ama şu an o boşluğu hissedemeyecek kadar yoğunlaştım. Birşeyleri ertelemeyi sevmem, ertelemektense , kafamda dönüp durmasındasa kalkar yaparım. Taki geçen sefere kadar, ertelemek yerine unuttum; telefon geldiğinde ancak hatırladım, beynimde hakim olamadığım olaylar oluyor... durun diyorum durmuyoo, rüya bile görüyorum.
Ben ciddi ciddi değişiyorum ...
limon çiçeği

Cuma, Temmuz 27, 2007

Kendim Olup Geleceğim

Duygularıma güveniyorum. Neden öyleler bilmesemde, olaylar dönüp dolaşıp içimde hissettiğime geliyor. Ama hep onlara göre yaşamakta bana garip geliyor. Yüzyıllardır mantığımı, aklımı ve somut değerlerle yaşayınca; tabiri caiz ise hocam "koyverip" yaşayamıyorum.
Artık gitmek için hazırım, tek yapmam gereken valizin fermarunu çekmek; sonra gitmek. Hiç bir gidiş elini kolunu sallaya sallaya olmuyor malesef. Hep giderken birşeyler de götürüyor insan. Ne kadar az götüreyim desemde, bir yığın oluveriyorlar. Bu seferde öyle, sakin sakin gidemiyorum. Elimin altındaki herseyi veremiyorum. Bu da senin olsun, bu oyuncakları sen al, bu çiçek sana kalsın... Denmiyor işte.
Ama yaşamışlıklarımda dönüp dönüp gözümün önüne geliyor. Her birine sıkı sıkı sarılıyorum. Unutmaktan korkarcasına. Bir taraftan hani diyorum, taşımayacaktın onca şeyi, hatta sürümeyecektin. Yapamıyorum, illaki sırtlayıp fazlaca birşeyleri giderken götürüyorum.
Tatilim başlıyor, gidiyorum. Ben olup geri geleceğim. Geri geldiğimde ise yenilenmiş bir ben olacak karşımda . şimdiden neler yaptığımı anlatayım : ))
Bol bol uzun oturulmuş olacak, şapka başımda esinti olan heryerde saatlerce kalacağım. Yapacaklarımı düşünmeyeceğim. Sabahları erken kalkıp, geceleri bol bolyıldız seyredeceğim. Yıldızlara anlamlar yükleyip, kendimi yenieleyeceğim onlardan gelen ışıklarla. Ne şanslıyım, dolunay ve akşam doğuyor.. Ona da bakacağım bol bol, içimdeki boşluğu da temizleyeceğim. O da atık torbası değil, sade ve temiz olarak içimdeki boşluk olacak. Sonra güzel şeyler düşüneceğim. Güzel şeyler yiyeceğim. Bisküvi, kızartma, kuru, yağlı ve hazır şeyler yemiyeceğim. Asit içmeyeceğim. Belki detoks bile yaparım, ama denizin insanı nasıl acıktırdığını bildiğimden pek emin olamadım. Manzaraları aklıma yazacağım. boyalarımı ve resim defterimi götürüp onlarla oynayacağım, fotoğrfa makinamı götürüp bir dalın onb,n fotoğrafını çekeceğim. Güzel şeyler yapacağım. Yapacak birşey bulamazsam arkadaşlardan birine gıdık atacağım :))
Biraz bekleyin, ben kendim olup geri geleceğim.
Limon Çiçeği

Cuma, Temmuz 13, 2007

Başlıyoruz

Evet, başlıyoruz.

Tatil planı yapmaya başladık. Nereleri gezelim, görelim. Hem de dinlenelim, öyle beach club - tekno club insanları olmadığımızdan sakin sessiz bir tatil istiyoruz. Kimseye itişmeden, tepişmeden, sinir olmadan. Sonrası hepimiz için çok daha eğlenceli olacak. Üç kız gidiyoruz tatile, hep sevdiğim ve aynı frekansta olduğum kişiler bunlar. Çok eğleneceğimizi şimdiden biliyorum.

Ben geçen hafta gittiğim Cunda'da yakalıadğım fotoğrafı paylaşmak istiyorum. Tam bu saatlere yakın bir şey dürtüyor ve uyanıyorum. Sonrası malum.



Haftasonu annemin yanına gidiyorum, yeni evinde ziyaret edeceğim ve bensiz nasılmış hayatı ona bakacağım. Umarım neşeli ve huzurlu bulurum.

Dartla ilgili de güzel gelişmeler var, hayatım güzelliklerle değişsin diye öyle içten söylemiş olmalıyım ki, bir hareketlilik sormayın gitsin : )

Memnunmuyum, kesinlikle evet.

Ablam geçen gün bana teşhis koydu, çok çoşkulu ve heyecanlı bir kişiymişim. Ve insanların mutlulukları ile mutlu olan bir yapım varmış. Evet dedim ondan, işte tam bu yüzden en yakın arkadaşım doğum yaptığı için günlerce gülümsedim ve işte tam bu nedenle bir arkadaşım evleneceği için havalara uçtum. Öyleyim valla... Bu beni iyice çözdü : ) tehlike arz ediyormu acaba : )

Limon Çiçeği

Cuma, Temmuz 06, 2007

Yeniden Başlamak Hevesim Var...

Aynen öyle oldu yeniden başladım ve başlıyorum. Ev hikayesi belli zaten, artık yeni bir ev arkadaşım ve yeni bir ev var. Onun raflarını, dolaplarını keşfettim. Kendime sığmak için yer açtım. Sonra yerleştim.
Derken işle ilgili gelişmeler hayal ettim, hayal etmemle bir kaç gün içinde istediğim ilanı gördüm. Sonra görüşmeler, görüşmeler. Şu an prensipte anlaştık ve sıra geldi diğer konulara. Bu arada yeni işim ve iş yerimden çok ciddi olarak etkilendim.
Dün akşam hayatımda olmasını istediğim kişi (X kişi, belirli biri değil yani) için kurgular yaptım. Bıdı bıdı saydığım özellikleri gerçekten istiyormuyum diye sordum. Halen de kafam karışık. Önce karar vermem gerekiyor ki, gerisini getireyim.
Öyleyim işte, yeni büyük bir dünyada bütün donanımlarımla başladım yaşamaya. Ve her sabah güneşin doğuşunu seyredebildiğim bir evim var. Balkonuna çıkarken kahvemi, minderimi ve şalımı alıyorum. Sonra güneş doğuyor, biraz onunla konuşuyorum. Sonra günlük işlere başlıyorum. Tabi bu dediklerim 17.20-30 arasında oluyor. Şimdide güneşin doğuşunu, batışını seyredebildiğim benim olan büyük bir ev istiyorum. Bakalım bu istediğim ne zaman olacak :)))
Yürekli olup herşeyi istiyorum :))
İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara ne de olsa
sonra en büyük beşiktaş :))

Perşembe, Haziran 14, 2007

Birşeyler Yazasım Var ...

Bugünlerde dilime gelenler var, sonra unutup geçtiklerim... Nereden başlayacağımı bilemediğim konular var, artık düzenlemekten bıktığım işler ve kişiler. Yoruldum mu ? Umursamaz mı oldum hiç anlamadım. Birşeyler yapasım var, yenisinden ve ilerisiden. Sezen'in dediği gibi "buralardan gidesim var, yeniden başlamak hevesim var". Tabi bir yere gittiğim falan yok, hatta tatilimde nereye gideceğimi bile bilmiyorum. Sanırım o yüzden gitmeyeceğim bile ... Kafam mı karışık, nedenlerim mi yok bilemiyorum. Sakin son haftasonum gibi geliyor bana, sonra taşınma - taşıma - değişme ve değiştirme işlerine başlayacağım. Haberlerini veririm.

Limoni

Çarşamba, Haziran 06, 2007

Güzel Haberler

Bilmediğim birşeyler oldu, açılması için bunca zamandır ittirdiğim kapı sanki açıldı ve hayatım değişmeye başladı. Planlarım olmadan herşey bu kadar güzel gidebildi ve gitti. Herşeye teşekür ederim.

Daha da bitmedi, sonra çevremdekilerden güzel haberler almaya başladım.

Önce çok sevdiğim bir arkadaşımın güzel haberini aldım, deli gibi gün boyu sanki ben evleniyormuşum gibi sevine sevine gezdim. Herkesler anladı güzel bir haber olduğunu ama kimselere söylemedim. Bencillikti belki ama ben kendimde taşımak istedim. Gün boyu ve hatta gece ..

Sabah bir mesaj ile uyandım, yeğenin erken geldi, teyzesini görmek istiyor diye... Daha 7 haftamız vardı oysa, ben ilk dereceden teyze olamayınca evlenen arkadaşlar bana teyze oldurma sözü veriyorlar, sağolsunlar :)) Haftasonu bebişimizi göreceğim, küçücük bedenini, yumuk yumuk ellerini... Sonra adımlarını, kelimelerini, güzel günlerini, huzurlu gülücüklerini ve hayata dair ne yaşamayı seçerse o hallerini :))

Daha önce yazdığım bir kaç satır vardı, ben onları olur olmadık yerde kendime tekrar ederken biraz uyarladım :

" N'onca yaşarsan yaşa
Aşktır geriye kalan
Öldüğünde aşk yoksa
Senin yaşadığında yalan "

Nasılım ama ??

Herkese iyi dileklerimi, güzel hislerimi gönderiyorum ...

Limoni

Çarşamba, Mayıs 23, 2007

Aşk ...


Düzenli olarak takip ettiğim çizgi serisindendir. Buyrun...

Salı, Mayıs 22, 2007

Ne dedi ?

Diyor ki Hacı Emmi;

"n'onca yaşarsan yaşa
sonunda ölümdür kalan"
Boşşvverrr,
sen bunlara
kula'sma adamım,
öldüğün an,
ölümde yalan

Mustafa Ahmed

Cuma, Mayıs 18, 2007

Bu Kadar mı Tutar ?

Ben böyle testleri yapmayalı çoook zaman olmuştu. Henüz kendimin ne olduğuna tam emin olmadığım zamanlarda yapar, tuttu veya tutmadı diyerek kendimi onaylar/onaylatırdım. Cuma günü bu saat olunca, geyik gönderilen epostalara bakmaya başladım. Açık açık yazayım, sizden günde 2-3 adet herkese gönderilen mesajlardan geliyorsa, muhtemelen okumadan siliyorum. Ama ayda yılda bir gelenlerdenseniz, mutlaka okunacaklar arasına alıyorum. Spam'e kendimce dur diyorum işte.

Neyse dağılmayalım.
Yaptığım test şudur:

1- Kız/erkek arkadaşınızın evine doğru gidiyorsunuz. Eve ulaşmanın iki yolu var. Bir tanesi dogrudan eve götürüyor, hızlı ama çok sıkıcı bir yol. Diğer yol ise daha uzunca fakat etrafta görülecek ilginç dükkanlar, güzel bir manzara ve renkli insanlar var. Sevgilinize gitmek için hangi yolu seçerdiniz?

2- Yolda 2 gül bahçesine rastladınız. Bir tanesi kırmızı güllerden diğeri beyaz güllerden oluşmuş. Sevgiliniz için 20 adet gül koparmaya karar verdiniz. Kaç tane kırmızı, kaç tane beyaz seçerdiniz? (isterseniz hepsini tek bir renkten seçebilirsiniz)

3- Sonunda eve vardınız. Arkadaşınız kapıyı açtı. Sevgilinizi çağırmasını rica edebilirsiniz yada kendiniz girip onu alabilirsiniz. Hangisini yaparsınız?

4- Sevgilinizin odasına gittiniz ama orda kimse yok. Gülleri orda bırakmaya karar verdiniz. Pencerenin yanına mı yoksa yatağın üzerine mi bırakırsınız?

5- Gün bitti ve artık yatma zamanı. Sevgiliniz ve siz ayrı odalarda yatıyorsunuz. Sabah uyanma vakti gelince, sevgilinizin odasına gidip bir baktınız. Sevgiliniz hala uyuyor mu yoksa uyanık mı?

6-Artık kendi evinize dönme zamanı. Kısa yolu mu yoksa uzun yolu mu tercih edersiniz?

Benim cevaplarım:

1- Tabiki kısa yolu seçerim:

Yorum: Yol, sizin aşka karşı nasıl bir tavır aldığınızı gösterir. Eğer kısa yolu seçerseniz, çabuk ve kolay aşık olan bir tipsiniz. Eğer uzun yolu tercih ediyorsanız kolay kolay aşık olmuyorsunuz ve uzun zaman geçmesi gerekiyor.

2- 20 adet kırmızı:

Yorum: Kırmızı güllerin sayısı ilişkiye ne kadar kendinizden verdiğinizi ve beyaz güllerin sayısı karşılığında ne kadar beklediğinizi gösterir. Örneğin, 18 kırmızı ve 2 beyaz tercih etmişseniz, %90 veriyorsunuz ve karşılığında sadece %10 bekliyorsunuz demektir.

3- Gider kendim alırım:

Yorum: Bu soru sizin ilişkideki problemlere karşı nasıl yaklaştığınızı gösteriyor. Eğer arkadaşından rica etmişseniz, o zaman problemleri yok farzetmeyi tercih ediyor ve bir şekilde kendi kendine çözümlenmesini bekliyorsunuz demektir. Eğer kendiniz gidip almış iseniz, o zaman biraz daha direk bir insansınız ve sorunları hemen çözmeyi tercih ediyorsunuz.

4-Yatağa:

Yorum : Güllerin nereye bırakıldığı sevgilinizi ne kadar çok görmek istediğinizi gösteriyor. Yatağın üzerine bırakmak, onu görmeyi çok istediğinizin göstergesi, buna karşılık pencere kenarına bırakmak görüşmesenizde olur anlamına geliyor.

5- Uyuyor, kıyamam :))

Yorum: Bu soru sevgilinizin kişiliğine nasıl yaklaştığınızı gösteriyor. Eğer onu uyurken buluyorsanız, sevgilinizi olduğu gibi seviyorsunuz. Eğer uyanıkken buluyorsanız, sizin için değişmesini bekliyorsunuz demektir.

6- Uzun yolu :

Yorum: Eve dönüş yolu bir insana ne kadar süre aşık kalabileceğinizi gösteriyor. Eğer kısa yolu seçmiş iseniz genelde aşklarınız çok çabuk bitiyor demektir. Eğer uzun yolu seçmişseniz bir ilişkide aşkınızın daha uzun süre devam edeceğini gösteriyor.

Yaa ben daha napiyim ??

Limon

Pazartesi, Mayıs 14, 2007

Çilekli-Muzlu Çikolatalı Tart ve Anneler Günü

Bütün annelerin ve anne adayların anneler günü kutlu olsun. Umarım çok güzel sevgi sözleri duymuş, güzel süprizler olmuş ve güzel hediyeler almışsınızdır. Bizim anneler günümüzde pek yoğundu. Annem ve çevredeki anneler ile hediyeleşmeler, görüşmeler arasında geleceğin anne adayı olan bana bile hediye geldi.

Ben de bu güzel gün ve verilmiş 3 kilo hatrına ne zamandır istediğim çikolatalı tartı yaptım. Tartın kreması için Pastacının verdiği tarifi kullandım ve bundan böyle kesinlikle artık tek krema tarifim var.

Önce tartın hamurunu yapıyoruz, o pişerkende kremayı.



tart hamuru:

malzemeleri:

- 1.5 su bardağı un

- 100 gram oda sıcaklığında veya eritilmiş tereyağı

- 3 çk pudra şekeri

- 3 çk kakao

- 1 yumurta

- 1 paket hamur kabartma tozu

Bütün malzemeleri sıra ile birine karıştırıyoruz. Ben şu sırayı takip ettim; yağ + yumurta + şeker + kakao + un + kabartma tozu. Sonra bir güzel yoğurup, yağlanmış tart kalıbına yayıyoruz.Çatalla delikler açıyoruz ve üzerine yağlı kağıdı serip kuru baklagillerden koyuyoruz. Böylece kabarmasını engelliyor. Önceden ısıtılmış fırında, 150 derecede 35-40 dakika kadar pişiriyoruz.Soğumaya bırakırken bizde enfes kremanın yapımına geçiyoruz.Buyrun geçelim.
krema malzemleri:

- 1 su bardağı süt

- 1 paket süt kreması (200 ml)

- 2 yk nişasta

- 5 yk toz şeker

- 3 yk kakao

- 2 yumurta

- 1 fiske tuz

- 1 paket vanilya

Vanilya hariç bütün malzemeleri altı kalın bir tencerede koyup, karıştırıyoruz. Sonra kısık ateşte kaynayana kadar karıştırarak pişiriyoruz. Kaynadıktan sonra karıştırmaya devam ederek 3-4 dakika daha pişiriyoruz. Sonra soğuk suya oturtarak, vanilyayı ekleyip karıştırıyoruz. Ben mikser ile karıştırıyorum, tel de aynı işi görür. Soğumaya başladığında streç ile kapatıp dinlenmeye bırakıyoruz.

Soğuyan tartın üzerine kremanın büyük bir kısmı dökülür ve düzleştirilir. Geriye kalanına küçük küçük doğranmış çilek, muz eklenerek en üste dökülerek düzeltilir.

Sonra benim gibi fotoğraf makinesinin azizliğinin farkına varmdan bir güzel fotoğrafları çekilir ve yenilir. Sonra ise fark edilirki, hafıza kartından okuyamıyorum. Kurtarabildiğim tek fotoğraf ise üstte. Tabi bu işin şakası, umarım sizin başınıza böyle birşey gelmez.

Afiyet olsun.

Cuma, Mayıs 11, 2007

Saymaya Dermanım Yok

Dün diş tellerimin günüydü. Beklediğim 5. ay da bitmiş ve ben güzel haberleri almak için akşam üzeri Hakan'a gittim. Mutlu, mesut, enerjik olarak dişçiden sonra kendimi konsere atacaktım. Önce Mete ile konuştuk, ben yine pozitif pozitif ortalıklardayım. Hakan'ı görünce böyle içimden mutlu birşeyler yükseldi, tamam dedim güzel haberi birazdan verecek. Ben koltuğa uzanacağım bakacak ve "güzzeelll, bir ayınız (40 günde olur, hadi en fazla iki ay) kalmış" diyecek. Ben gözlerimi kapatacağım ve en geç temmuz ayında tellerden kurtulmuş halimi düşleyeceğim. Senaryo bir yere kadar doğru, yani koltuğa oturma kısmına kadar. Sonra Hakan, tedavinin en sevdiği yere geldğini söyleyince; tamam dedim, budur. Meğerse orta dişlerin ayrılmış haliymiş. Elleri ağzımda, sizin yurtdışına gitme işiniz ne oldu demez mi ? Önce soğuk terler, sonra ilk fırsatta " yok olmadı, niye , noldu , neden sordun " soruları fırladı ağzımdan. Tedavimiz uzayabilir demez mi ? Çatan kaşlarımdan soracağımı anlamış olmalıki , 3 ay kadar daha dedi...
Parmaklarımla saydım... Taaaa ağustos, yok dedim, bir daha saydım.. evet taaa ağustos... Bu arada hem canım yanıyor, hem dişlerim acıyor, hem ben 3 ayı sayıyorum... İlk tepki çatık kaşlar oldu, sonra ; tersleme ve inanmama oldu; pazarlık etmem de işe yaramadı, ben de son çare küstüm. Sorun var mı dediğinde, 3 aydan daha ne olsun dedim :(( Çıkarken Mete'ye hoçakal derken, bütün her yerim 3 ayı kabul edemiyordu. Çıktığımda ne konsere gidecek halim vardı, ne de aç olsamda dişlerimin baskısından yemek yiyecek halim; öyle 3 ayı sayarak eve geldim. Sonrası bol bölünmeli ve acılı uyku...
Ahh Hakan ahhh... 3 ay geçer mi? Bu yazı telli telli geçiriyorum ya! Gitti benim kısmetler yine :))
Limoni.

Perşembe, Mayıs 10, 2007

Camdan Kalp

Bugün yine erken kalktığım günlerdendi. Bahardan olsun, düzenli spordan olsun,verilmiş 3 kilodan olsun gülümseyerek geziyorum ortalıklarda ve işe yarayacağım şeyler arıyorum. Gönüllü çalışmalar falan arıyorum bir taraftan, bir taraftan yeni dil mi öğrensem diyorum, malum sevgili arayışı ilk sıralarda :))
Sabah güzel güzel kahvemi içerken, pencereden gelen serin hava yüzüme çarpıp beni uyandırıyor ve annemin diktiği şebboy,lale ve adını bilmediklerimin kokusu geliyor. Değmen keyfime yani... Annemi rahatsız etmemek için telefonun radyosunu açtım ve bir şarkı çıktı. Aslında çok doyduğum bir şarkı "Camdan Kalp", bazı bazı beyaz gelinciktede duymuştum; Funda Arar'ın yorumundan. Neden bilemem gözyaşlarım akmaya başladı. Ben ne oluyoruz derken, içimden birşeyler yükseldi ve bitti. Hiç anlamadım. Hani anlam yükleyeceğim bir "kırıklar" durumuda yok ama baharın hatırlattıkları var galiba-kelimelere dökülmese de, ya da demek istedikleri. Sanki o an ben ben değildim de, buşarkıda söylenilenleri hisseden kişiydim. Reenkarnasyona bile inanasım geldi :))
Şarkının sözleri :
Yar,senin hediyen
Bir gönül ağrısı
Ah, ölüm olmalı
Yok, aşk değil adı
Aşk bizi terk etti
Ah, ne gelir elden?
Dertli bağrımda camdan bir kalp var.
Artık dönsen de
Geçmez ki bu kırıklar
Sen gittin,
Yastığımda kokun misafir kaldı.
Gözlerimden haylaz yağmurlar yağdı.
Ayrılık mı, sen mi, yoksa sevda mı,Hangisi sebebim olur?
Söz: Günay Çoban
Müzik: Febyo Taşel
klibi için ise YouTube sağolsun :
Diş tellerimin 5. ayı bitti. Bana yıldan fazla geldi, hatta artık çıksada eski ben olabilsem demeye başladım. Geçen gittiğimiz tatilde çekildiğimiz bütün fotolarda sade veya biraz gülümseyen ben ... Artık sıkıldım bu halimden sanırım. Bir de ilgi odağı oluyorum ki bu yaşta diş telleri ile sormayın halime. Bugün randevumuz var. Umarım Hakan bir gün verir ve ben geri sayıma başlarım. Pek söyleme taraftarı değil kendisi ama artık elden ne gelirse, ağzından laf koparmak için yapacağız :)) Şirinlik -şirretlik hepsi mevcut anacım :))
ODTÜde bahar şenlikleri var, ve bugün saat 6'da eski türkçe 45liklerin olduğu süper göbek atıp, dans edilecek şarkılar var. Kaçmaz, umarım yetişebilirim ve çığlık çığlğa şarkıları söylerim. Ses fena mı fena olunca ancak konser ortamlarında bağıra bağıra söyleyebiliyorum. Yakın çevre biraz tepki veriyor ama napiyim ? Şan dersi falan alamıyacağım valla :))
Limon Çiçeği

Cumartesi, Mayıs 05, 2007

En acısı

Bu dünyada en acı şey, hiç sevilmemiş olmak olsa gerek. Biraz değil, az değil, belki değil.. HİÇ SEVİLMEMİŞ OLMAK...
Ben hırçın genç kızken, acımaktan nefret ederdim. Ve birinin bana acıdığı duygusunu düşününce kanım donar, öfkemden nefes alamazdım. An gelene kadar acımak nasıl bri duyguydu hep irdeledim. An geldi ve ben kendime ilk defa acıdım. Nedeni ise sevildiğimi sanıp, aslında beni hiç sevmemiş olduğunu anlamamdı. Sonra bildiklerim tersine döndü, hırçınlığım söndü, ben artık başka biri olmuştum. Belki kandırılmışlığımı sessizce kabul etmiştim. Ondan sonra amacım gerçekten sevilmek oldu. Şimdi ise gerçekten sevmek... Vermenin güzelliğini yeni yeni öğreniyorum işte. Almaktan, istemekten, biriktirmekten, bunu yaparken kaçırdıklarımı bir kere daha gördüm. Zor şeymiş güzel ve özenle yaşamak...
Hayatınızda siz gerçekten sevildiniz mi ?

Perşembe, Nisan 19, 2007

Gidiyoruuzzzz.. Gidiyoruzzz .. Tatile gidiyoruzzz

2002'de mezun oldumaya çok yakın olduğum mayıs ayında İstanbul'a gitmiştim. Orada bir kaç iş görüşmesi yapacak ve İstanbul'un havasını koklayıp iç güdülerimi dinleyecektim. Bir kaç gün zamanım olunca adalara gitmeye karar verip, sabahın ilk vapuruna atladım. Yanımda bir aile var ve biz biraz soğuk olsa da dışarıda oturuyoruz. Ailenin en küçük bireyi, bir oğlan çocuğu.. Bir iki kaş gözden sonra birbirmize değmemeye karar verdik. Buraya kadar herşey normal, ama bizim oğlan birazdan türkü söyleyeme başlamaz mı ? Ama öyle izzet altınmeşe, belkıs akkale türküleri değil; kendi bestesi ve sözü ile :))
- Adaaaalraaa gidiyoozzzzz
Addaaaaaallaraa, adalara adalara...
Adaalaaarrr geliyorrzzzzz, geliiyozzz
bekleee adaaalara adalara gidiyozzz
Önce keyfimi bozduğu için kaş göze devam ettim; sonra vazgeçip bende sessizce kendi türkümü söyledim :))
O zamandan sonra ne zaman bir yerlere gidecek olsam, o sıcak duygu midemden boğazıma çıkmaya başlasa bende türküye başlıyorum. Şimdi de 23 nisan tatili ile 3 günlük tatilimiz olunca ve biz bir yerlere gidecek kadar şanslı olunca, benim içimde yine türkü başlıyor çığırmaya...
Kaş-Kalkan-Patara heyecanımız yeterli sayıya ulaşamadığımız için başlamadan bitti. Bizde hızlıca ikinci plana geçtik. Ne kadar soğuk olur, tenha olur densede biz Çeşme-Alaçatı-Ilıca'ya gitmeye kadar verdik. O da ne bir de arabasını bize vermeyi teklif eden arkadaşın kuzeni olunca; bizim gezi alanı genişleyip Foça-Şirince'yi de içine aldı. Şimdi yaptığımız şey nerede ne yeni ? nerede kalınır? nerede gezilir :))
Güzel, eğlenceli (çılgın falan değil), meraklı bir tatil olacak bizim için.. Ve bizzz
çeşmeyeee gidiyoozzz, foçaya gidiyoozzzz gidiyozzzz gidiyozzzz :))
Aman bildiğiniz varsa, bunu yapmadan gelme Limon derseniz hemen yazın;o kadar gitmişken mahrum kalmayayım güzelliklerden.
Siz bir yere gidemeyenlerdenseniz de, balkonuzunda bir çay içinkeyfiniz gelsin..
Herkese iyi tatiller :))
Bu tatil ne kadar çocuk bayramı olsa da, benim gibi büyümemek için masanın altında saklananların da bayramı oluveriyor.. Bir de küçük bir belde de 15-20 kişilik 23 nisan bayramı programını da izlersek, değmen keyfime :))
Limon Çiçeği

Salı, Nisan 17, 2007

Resim Yaptım

Dün mezunlarda olan ve gitmek istediğimi düşündüğüm bir semineri yağmuru bahane ederek ektim. Hemde son yarım saat kala. Pek yaptığım birşey değildir. Yani sabah yaptığım plana sadık kalıp, yatağıma planı gerçekleştirmiş olmanın gönül rahatlığı ile giderim. Dün öyle yapmadım. Yine gönül rahatlığı ile uyudum :))
"U" dönüşün sonunda kendimi pastel boya ve resim defteri seçerken buldum. Taklit etmek istediğim bütün resimler iş bilgisayarımda kalmıştı, ben de kendimce yaratıcılığımı öne çıkarmak için kafadan resim yapmaya karar verdim. Hani küçük çocuklar yaparlar ya, koltuğa oturup ayaklarını göz hizasında birbirleri üstüne atarlar. Ben de öyle yaptım. Ders hep masada çalışılan, kitap kucakta okunan birşey olduğu için uzun zamandır böyle kucağımda birşeyler yazıp-çizmemişim. Bir taraftan beyaz gelinciğin başlamasını bekliyorum, bir yandan elimdeki renkleri, defterimi falan ölçüyorum.

Yarım saat sonunda kalkıp, yemek dergilerinden birini karıştırdım, oradan kopya çekermiyim diye. Yok anacım yok... "Ahanda bu" gibi biraz kaba bir tabir ile aradığımı bulamadım. Peki deyip şekil, geometri ve simetri çalışması yapmaya çalıştım. Renkleri planlamadan öyle sürmeye başladım. Ama pastel boyada biryeri bir kaç kere boyamazsanız tam pürüzsüz bir renk elde etmiyorsunuz. Bu kadar çok boyadıktan sonra ise başka renk falan karıştırılmıyor. Hemen dağılıyor, ucunda başka renkler oluşuyor...

Önce akan "S"ler çizdim, iki parmak kalınlığında, ama paralel değil önceonları boyadım, sonra sıkıldım defteri 4e böldüm, farklı farklı boyadım.. En sonunda çiçek yapmaya karar verdim ve çiçek ana rengi ile siyah boyayı birşeye benzer şekilde birleştirmeyi başardım. Şimdi hiç bir şey yapamasam farklı renkte papatya yapıp dururum artık :)))

Haftasonu tatili malum 3 gün, bir gezi ayarladık, kesinleşmeden söylemiyorum :)) Herhalde defterim ve boyalarım burada kalır, ben fotoğraf makinesini yanıma alırım :))

Limon Çiçeği

Pazartesi, Nisan 09, 2007

Resim Yapasım Geldi

Sanata karşı hiç yetenekli olmadım, ya da ben hep öyle düşündüm. Ne resme ilgim vardı ne de müziğe, heykele ... Çamurdan oyuncaklarda bile hep var olan nesnelere benzer yapar, hiç yaratıcı olmadığıma hayıflanırdım. Eski zamandan bahsedince "dı/di" kullandım. Değişen birşey var mı henüz bilmiyorum.
Haftasonu ev dergilerinden birinde çok güzel çiçek motifleri gördüm. Bunları alt atla koyarak beş altı sıra, beş çiçek alta toplam 25-30 tane çiçekten bir pano yapmak istedim. Önce bunu işleyerek yaparım diye düşündüm, sonra boyarım diye düşündüm. En sonunda zordan kolaya gelip pano yerine tablo yapsam ya dedim. Hatta küçük küçük çalışıp sonra bile birleştirebilirsim. Yatağımın başına asmak için büyükçe bir tablo yapmaya karar verdim. Tabi bu benim maymun iştahlılığım da olabilir ama bugünlerde pastel boyalar alıp, biraz çiçek motif bakınıp aklımdaki çiçekleri çizmeye başlayacağım. Bakarsınız yetenek vardırda, öyle benim farketmemi bekliyordur. Ay denemek lazım valla...
Dün hiç hoşlanmadığım, durup durup yere ayaklarımı vurmak istediğim türden bir olay oldu. Çok sevdiğim bir arkadaşım sevdiği sevgilisinden sırf anlaşamıyorlar diye ayrıldı. Ve arkadaşım tam bir çaresizlik içerisinde. Ama onun çaresizliği öyle benim ki gibi hırçın değil. Kırılmıştı, üzgündü, yorgundu, ama ençok da kırılmıştı. Ben bağırırım, çağırırım, oflarım zıplarım... O ise sadece duruyor ve kimseyi üzmemek için kendini daha bir üzüyor. O üzüldükçe benim kendimi en çaresiz hissettiğim anlar geldi. Hani nefes bile alamazsınız, aldığınız nefes sizin göğüs kafesinizi acıtır, ağlamaktan gözleriniz şişer ve ne dileyeceğinizi, nasıl kendinizi teselli edeceğinizi bilemezsiniz ya; işte öyle. Hayat adil değil bilirsiniz ama bu olay niye sizin başınıza gelmiştir bir türlü anlamazsınız, kendinizi durduramaz önce dudaklarınız bükülür, sonra hooppp gözlerden yaşlar başlar ve çatallı sesle "neden ben ?" dersiniz, işte öyle. Onun için çok üzüldüm ama bunu ona bile anlatamadım. Hayat bundan sonra onun için bir müddet anlamlı olmayacak, hep eskiyi hatırlayacak ve sevdiğiniz birşeyi kaybetmişsiniz gibi omuz çekecek. Ama biliyorum ki iyi günler onun olacak, değil mi güzelim ??
Onun bu yaşadıkları ile kendime ben sevgi-güven ilişkisini ne zaman öğrendiğimi sordum. Sevmeyi ne zaman öğrendiğimi ? Güveni ne zaman öğrendim ? Ya dürüstlüğü ... Bana bunları ailem mi verdi ? Yoksa ben mi aldım ? Birilerinde görüp mü özendim yoksa ...
Çevremdeki küçük insanların ilk bilmeleri gerekenler sanırım bunlar; okumaktan, konuşmaktan, satranç oynamaktan daha önemli. Onlara sevmeyi-sevilmeyi öğretmek. Nazik olmanın, kibar olmanın, gönül hatır bilmenin ne demek olduğunu öğretmek gerek. Umarım bunu öğretecek bir sürü fırsatım çıkar...
Limon Çiçeği

Çarşamba, Nisan 04, 2007

Yardım Turnuvası

Dart oynamaya başladığımdan bu zamana, ilk defa hayır için dart atacağım. Sizde Ankara'da iseniz ve bu etkinliğe destek vermek isterseniz Cumartesi (7 Nisan) saat 16:00'da Armada alışveriş merkezinde görüşelim. Attığımız oklar birilerinin iyiliğine olacak , heyyooooo..

Detaylı bilgiyi

adreslerinden bulabilirsiniz.






Limon Çiçeği

Pazartesi, Nisan 02, 2007

Büyük Olmak Budur...

Haftasonu takmış telefon-radyomu kulağıma Sokullu'ya bebek bekleyen bir arkadaşıma ziyarete gidiyorum. Radyoda duyduğum bir haber önce yerimden hoplattı, sonra bulunduğum yeri farkettirdi, yerime oturdum hemen. Google çok dile hitap edecek bir çeviri sistemi çıkarıyor. Yani sizin aradığınız kelime, tercihiniz ile ingilizce olarak da aranacak. Çıkan sayfları Türkçe'ye çevir diyerek ingilizce bilmesenizde anlayabileceksiniz. Böylece globalleşme ingilizceden kalkıp, doğruca google üzerine yoğunlaşacak. Forumlarda aradığımda hep şu çekiklerin sitesi çıkar, ben de gıcık olurdum. Korkun çekikler benden badem gözlü ben geliyorum....
Henüz test ortamında ama buyrun incelemek isterseniz:
Arkaşımdan gelirken dolmuştaki kız önce titreme nöbeti geçirdi, birkaç kişi "aman ne oluyor" derken kız kendini koltukan attı. Biz tabi panik içerisinde su, şeker, tansiyon ölçümü falan yapıyoruz. Aileden birini aramak aklımıza geldi. A'dan bakarken "Abbiiccciimm" hiç düşünmeden çevirdim. Karşıma çıkan eleman, kardeşinin birşeyi olmadığını, ilgi çekmek için böyle şeyler yaptığını, dert etmememizi söyledi. Ben bu konuşmadan sonra çevremdekilere durumu anlatmaya çalışırken kızcağız ayıldı ve hiç bir şey olmamış gibi çantasını, mantosunu toplayıp, 10 cm topuklular üzerinde sekti ve gitti. Bizde iyi niyetli 4-5 kişi sadece arkasından bakakaldık. Ne oldu şimdi ? Arkadaş kendini önemli mi hissetti ? Kendini kurtaracak insanlar olduğuna mı inandı ? Anlamadım ama geçnlik işte deyip, yürüyüp gitmekten başka çarede bulamadım. Ne ayıp birşey, hem kardeşini telefonda bilinmeyen birine kötülemek ve kardeşe de ne ayıp, teşekür etmeden gitmek !!!
Limon Çiçeği

Perşembe, Mart 29, 2007

Süpermarket mi ? Bakkal mı ?

"Bakkal olacağım ben" diye naralar geliyor yine yan kübikten. Çalışmaktan bıkmış, daha doğrusu insanlara laf anlatmaktan/anlatamamaktan. Bakkal olacakmış. Sanki bu devirde bakkal olmakkolaymış gibi. Astronot desek daha imkanlı. Süpermarketlerle nasıl yarışılır? İnternetten bilesüt,ekmek ve gazete alabiliyorken. Bakkal olacakmış. Çok kolaydı sanki. Türk filmlerinde karşılarız bu görüntü ile, bakkalın önünde tahta sandalye; yan esnaf ile tavla atılıyor. Sokakta bağrışan çocuklar ve yürüyüp gelenin ayak sesleri bile duyuluyor. Araba geçse olay olup, herkes senkron olarak arabaya bakıyor. Dedim size, filmlerde... Var mı halen bakkal ? Bizim oralarda yok, Ankara'nın göbeğinde yaşıyorum kabul. Yok ama yok işte.

Ben çocukken, böyle başlayan cümleleri ne çok kurar oldum, bizim mahallede bir bakkal vardı. Fuat amca, şimdi yüzü deseniz bilmem. Ama hafif göbekli, siyah veya gri kumaş pantolonlu, kareli gömlekli, karısının ördüğü siyahi yeleği... Ama yüzünü hatırlamıyorum.Tezğahın üzerindeki iki kollu teraziyi, 100-250gr demir ağırlıkları, hemen sağda benim boyuma yakın yerdeki yimuyum, horoz şeker, lolipopları, tombiler... Pazar günleri bakkalar nöbetleşe açılırlardı. Ya bizim bakkal, ya üst sokaktaki (kuzeye doğru ise üst), ya alt sokaktaki açık olurdu. Bazen sırayı unutup gezdiğim olurdu.

Bu pazar günü alışlarımda, üzüldüğüm bir kare ile karşılaşırdım. Kimdi bu kişiler, bizim komşularımız değildi, evleri neredeydi bilmem ama 150 gr peynir ile 50 gr siyah zeytin, 50 gram
yeşil zeytin alırlardı. Bizim eve alınan zeytin, peyniri nereden ? nasıl ? alırlardı farkında değilim. Ama bu karede niye ise üzülürdüm, kendi halimize bakmadan. Aradan bir zaman geçti, ben artık ilkokul beşinci sınıfa giden abla oldum.
Bizim mahalleye ikinci bakkal açıldı.Hemde tam bizim evin karşısına. Bu bakkalın diğerlerinden bir farkı vardı, birincisi uzattılan sepeti hemen farkedip "Fuuaaattt" diye bağırmaya mahal vermiyordu. İkincisi, saat 5'de kapanmayıp akşam 7-8lere kadar açık kalıyor.Sonuncusu ve benim için en önemlisi yakışıklı bir genç oğlunun oluşu. Tabi ben artık git bakkaldan şunu al denilmesi ile soluğu bu bakkalda alıyorum. Ama pazar günü Fuat Bakkal nöbetçi olunca binbir zılgıtı, sitemi yiyip geliyorum. Kendimce bahane üretiyorum, ama orası daha yakın, oranın ekmeğı daha güzel... Çocukluk işte.

Ben daha o zamandan bakkal olmanın zor olduğunu farketmiştim, şimdi bakkal olmak daha zordur. Benim yan kübikteki arkadaşım da bakkal olma hayalleri kura dursun. Zor bu devirde bakkal olmak zor.

Limon Çiçeği

not: kefeli tartılarda kullanılan 50gr, 100gr vya 250 gr fotoğrafı aradım ama bulamadım. Nostaljik olurdu bulsaydım.

Cuma, Mart 23, 2007

Biten Tek Şey Dünyanın Maddi Sahip Oldukları mı ?

Hiç sanmam, sevgi varmış eski zamanlarda hep öyle derler. Ben de mi öyle diyeceğim? Eskiden daha çok severdik. Sevgi vardı çokça... Umarım demem.
Caponlar ve yine caponlar düşünmüşler, biz niyebu kadar düşünmeyiz ki. Amerika'da yapılan araştırma, capon yazar, isviçrede araştırmaya katılan... Biz de ?? Nerdeeee ??
Sevgi türünüzü biliyor musunuz ? Capon yazar üçe ayırmış. Seviyorum ben bu caponları..
1- Eğer türü: çevremizdeki ve bizim sevgimizin çoğu olan sevgi
eğer başarılı isen seni severim
eğer dişlerini fırçalarsan annen-baban seni sever
eğer şık olursan sevgilin seni sever
eğer uslu durursan babanne seni sever....
2- Çünkü türü: sevginin yine bir kısmı
seni seviyorum çünkü zenginsin
seni seviyorum çünkü güzelsin
seni seviyorum çünkü popülersin
seni seviyorum çünkü...
Çok tanıdık değil mi ? Bence de.. ama bir üçüncü tür var. Bende henüz yok bu sevgiden, çok sevdiğimi sandığım kişileri düşünüp kategorilendirdim sevgimi. Ve itiraf edeiyorum, üçüncüsü ben de YOK. Ama bu olmayacağı anlamına gelmiyor neyseki :))
3- Rağmen türü: yok bundan yok
seni beni üzmene rağmen seviyorum
seni başarısız olmana rağmen seviyorum
seni çirkin olmana rağmen seviyorum
seni kilolarına rağmen seviyorum
seni kısa boyuna rağmen seviyorum
seni utangaç olmana rağmen seviyorum
Birinci sevgi türü pazarlıklı birşey. Yani anlaşma heran bozulabilir veya anlaşma dışına çıkılamaz. Kısıtlı yani.. İkincisi ise güvensiz. Kaza yapmanız, iflas etmeniz, vazgeçmeniz halinde sevgisiz kalma korkusu. Korkarak yaşamak, iyiye sahip olmak için çıldırmak ve hep yarışmak.
Bunu keşfettiğimde çok utandım kendimden. Evet, birinci sevgi ağırlıklı ve ikinci azınlıklı bir sevgi portfoyüm var benim. Haali ile bu kadar az getirisi olan bir sepetin beni doyurması ve sevgiyi tatmama olanak yok. İşte bu yüzden rağmenli sevmeye başlayacağım. En azından deneyeceğim. Kime söylediysem sen zor yaparsın dediler. Ama ben sınırlandırmadım kendimi. Deneyelim, bir daha deneyelim... Olmadı diye olmayacağı anlamına gelmiyor ya !
Kalıplara koymadan, kendimi birşey sanmadan, sahip olduklarımı bir kenara bırakarak, karşımdakini tanıyarak, onun özelliklerini abartmayarak, eksikliklerinden dolayı üzerini kalın çizgilerle çizmeyerek, kısa zamanda karar vermeyerek, kendimi yükseklere koymayarak... Zaten olduğu gibi kabul etme denemelerim devam ediyorken, bir de rağmenli sevgi umarım başarılı olurum.
Siz şimdi üşenir sormazsınız kendinize, benim sevgim hangisi diye ? Şöyle diyelim
Kimse yok sizi seven,sevecek; ihtimaliniz bile yok sevilmek için; ne yapmayı bırakırdınız
- makyaj
- saç tarama, traş
- dekolte
- kuaför
- kariyer yapmak için çok çalışmak
- ev almak için para biriktirmek
- arabanın modelini yükseltmek
- sehpanın üzerinde sadece şık olduğu için bir sürü para vererek aldığınız(mız) gerekisiz biblo
- kitap okumak
- sinemaya gitmek
Sizi kimse sevmesede yapacaklarınızın sayısı ne kadar az değil mi? Yani bir çok şeyi daha çok sevilmek için yapıyoruz. Açık açık söylemesekde, bir tebessüm, birgüzel akşam yemeği, bir "nasılsın bakalım" telefonu, onun arabası güzel sözü için kendimizi paralıyoruz. Evet, tam olarak paralıyoruz. Ama kuaförden çıkarken kapıyı tutan çoçuğa bir gülümseme vermiyoruz, asansördeki adama "günaydın" demiyoruz. Hep başları bizi sevsin istiyoruz, bizi beğensinler, gülümsesinler, önemsesinler... Halbuki biz onlara birşeyvermek istemiyoruz. Vermeden almak, gitmeden gelmek, yemeden doymak... Yok öyle yağma, önce vereceksin, hatta bekletin falan olmadan vereceksin. Verdiğin için mutlu olacaksınki, karşılık gelmeyince üzülmeyesin.
Petrolümüz bilmem kaç yıl içinde bitiyor, dünya bilmem kaç yıl sonra çöl oluyor, doğal gaz bilmem ne zaman bitiyor... Peki sevgi ne zaman bitiyor ? Bunu ölçbiliyor muyuz ? Keşke ölçsek, ne kadar az sevgimiz olduğunuzu görsek. Bankadan aradıkları gibi bizi arasalar ve " hesabınızda son 3 aydır sevgi yok, eksiye düştünüz, lütfen aldığınız sevgiden bizede aktarın" deseler. Böylece eğerli, çünkülü sevgilerimizin zararını somut olarak öğrenebilirdik.
Bu haftasonu umarım herkes için güzel olur, iyi eğlenir, yeni insanlar tanır, tanıdıklarınızın yeni yönlerini keşfeder ve neşeli-sevinçli olursunuz. Ben de pazartesi sevinç çığlıkları atarak, size güzel bir haber verebilirim.
Limon Çiçeği

Çarşamba, Mart 21, 2007

Bay Bay Hapiness

Hello the hapiest :))

Evet, moraller yine iyi, yine çevredekilerle uyum içindeyim. Çevremde bana hiçte uymayan, tasvip etmediğim, yanından bile geçmeyeceğim insanlar var, ama ben onları sevmeye başladım. BirazCIK zaman verince kendimden birşey buluyorum onlarda. Sanki kendimin her halini severmişim gibi, kendimden bulduğum özelliği sevmesemde, değiştirmiş olsamda onları anlamaDAN kabul etmeye çalışıyorum. Sanki şartlar benim olsa, bende onlar gibi olurmuşum gibi düşünmeye çalışıyorum. Ne mi oluyor, tahammül daha kolay oluyor.


Kuzenlerden biri ailesimizde olan bütün eski fotoğrafları toplamış, internette güzelce bir albüm hazırlamış. Adresini tabiki vermeyeceğim :)) Sizin öyle fotoğrafları tek başınıza bakmanıza gönlüm razı olmaz, benim başınızda olmam, bol bol o kişileri anlatmam gerek. Bahçe içinde çekilen fotoğrafta annemin takıntısından bahsedip, elimdeki koparılmış papatyayı anlatmam gerek. Mersinli olduğumuzu, elimize tutuşturulan madalina-portakkallarla bize hatırlatmalarını anlatmam gerekir. Verilmiş pozlardaki, "ah bir artist olsam" edalarını vurgulamam, kaymış gözleri, aynada patlamış flaşların altını çizmem, bazılarını büyük harflerle anlatmam gerekir. Yoksa ne olacak siz bakacaksınız, benimde içimde anlatılmamış onlarca hikaye kalacak. Gören duyanda geçmişi tane tane hatırlıyor sanacak ama hatırladığım kadarı ile. Değinmeden edemeyeceğim fotoğraf kareleri:
-- sapsarı saçları olan kuzenime, hangi akla hizmetse kına yakılmış, kızcağız üç fotoğrafta turuncu kafa olarak geziyor... Ben turuncuya yakın boyadığımda ise kızılca kıyamet koptu..


-- daha 6 yaşındaki bir kuzene çingene pembesi boydan elbise ve eline mikrofon versem şaşılmayacak, çünkü belindeki kalın beyaz kemer ile birazdan sahneye çıkabilir . Halbuki biz pembeleri-mavileri çok sonra giydik, güvenimiz yerine gelince...


-- sırt sırta vermiş iki kadeş, anlaşamadıklarını daha nasıl anlatsınlar . ben anlaşamasamda seviyorum valla onları..

-- yeni evli bir çift ve ilk arabaları ford... Ahhh benimde arabam olsun artık ya...


-- ben ve ablam farklı karelerde fotoğrafçıya bakmak yerine bulduğumuz bir yeri gözlemizi fal taşı gibi açıp bakmışız , herkesten farklı olacağız diye daha o yaşlarda uğraşmaya başlamışız, sonuç nedir? herkes gibiyiz işte..

-- ananemlerin çukurovalığı bırakmadan az önceki kara şalvarlı halleri . Bende sandığımda o şalvarlardan istiyorum, aaa niye benimyok ki.

...
dün bütün gün güldüm, güldüm.. Fıtık rahatsızlık vermese ben daha çok gülerdim.

dişi magamın yorumu ise daha güzeldi:
"Portakalsız çıkmam abi.."

ahhh yine ağrıdı bu meret, aldıracam-kapattıracam ben bunu :))

Limon Çiçeği

Salı, Şubat 20, 2007

BENİMSİN SANDIM...

Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım

Ölürüm sevdiğim zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin

Sözüm yok şu benden kırıldığına
İdip başka dala sarıldığıma
Gönülüm inanmıyor ayrıldığına

Gözyaşım sen oldun kahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin

Garibim can yıkıp gönül kırmadım
Senden ayrı ben bir mekan kurmadım
Daha bir gönüle ikrar vermedim

Batınım sen oldun zahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin

....

Perşembe, Şubat 01, 2007

Tutankamoun, karunmuş haberimiz yok..

Tutankamon'un kolyesi 'dünya dışından gelen uygarlara' ait

Dünyanın en gizemli yapıları olan 'Mısır Piramitleri'yle ilgili yıllardır süregelen "Uzaylılar yaptı" teorisine bir destek daha geldi. Avusturya ve ABD'li bir grup bilimadamı, Eski Mısır'ın en ünlü firavunu Tutankamon'un kolyesindeki taşın dünya dışı bir cisim olduğunu iddia etti.

Bilim dünyası, 1996 yılından bu yana Tutankamon'un mumyası ile birlikte bulunan kolyenin üzerindeki gizemli sarı taşın esrarını çözmek için uğraşıyordu. BBC'ye konuşan bilimadamları, bu sarı taşın en eski Mısır uygarlığından bile daha yaşlı olduğunu, bu nedenle Mısırlılar tarafından yapılmış olamayacağını açıkladı. Uzmanlar taşın oluşumunun sadece bir atom bombası patlamasının 10 katı büyüklüğündeki ısıda gerçekleşmiş olabileceğinin de altını çizdi. Avusturyalı astrokimyacı Christian Koeberl de "Taş, dünyaya düşen dev bir meteor patlamasında ortaya çıkmış olabilir. Ancak şimdiye dek bu bölgede o büyüklükte bir meteor patlaması gerçekleşmedi" şeklinde konuşarak iddiayı destekledi. Bu da "Taş, başka bir uygarlık tarafından mı dünyamıza getirildi?" diye düşündürüyor.

Çarşamba, Ocak 24, 2007

Kızamamak

Ve hatta kızamamak. Kızacak gücün olmaması, birşeylerin durduğunu hissetmek. Ama tıkanmak değil doğasından durmuş gibi, gözünü açmak gibi. Bir pazar bir yere yetişmeden uyanmak gibi. Kulağıma gelen sesleri anlamıyorum. Aklımdan geçenleri de.. Düşündüklerimi de.. Ne düşünmem gerektiğini soruyorum kendime, artık filmin içindeyim ama yönetmenden bekliyorum herşeyi yine .. Bir hayal böyle sessiz söner mi ? Böyle acısız, böyle göz yaşsız, böyle sakin ve böyle korkutucu. Büyümek bu demek değil, biliyorum. Olgunluk göstermem gereken hallerde bile içimde bir öfke olurdu. Dur derdi! basbas bağırırdı birşeylere, kızardı anlamsız, ağlardı anıra anıra.. Şu an ise sessiz bir kabulleniş var. Sessiz, acıtmadan.. Ama biliyorum ki doğal değil bu. Acı böyle olmamalı, acı acıttığı şekilde olmaslı. Oysa şu an yastığıma gömülmüş ve bir hafta sonra uyanıyor gibiyim. Yaşamamış gibi.. Hayal etmemiş, olsa süper olur dememiş gib, filmin içine öylece girmiş gibiyim.. Bir sonraki bölümü seyrediyor gibi, bir hafta geçivermiş gibi. Acıtmalı ama, kanatmalı , akmazsa bunlar biliyorum ki birşeyler tıkanacak ve yine biliyorum ki bir daha böyle hayal edemeyeceğim. Bir daha böyle isteyemeyeceğim bir şeyi, inat edemeyeceğim, ısrar edemeyeceğim.. Kaybolacak birşeyler.. Belki böyle böyle kaybediyorum içimden bir şeyleri.. Çoğu zaman değişmek istiyorum demişimdir, hemen hergün bunu da tekrarlamış amakaybetmek değildi kastettiğim.. gelişmekti, büyümek. Oysa şimdi küçük çocuk hiç çıkamayacak gibi.. oturduğu yerden kalkamayacak gibi.. suyun yüzeyini bilse de balık bir daha yaklaşamayacak gibi.. Gidememek, ve hayallerin içine gömülmek veya kendini gömmek bu olmalı işte... Neşey, kaybetmek de .. Amacı bilmemekte...

Limon Çiçeği

Salı, Ocak 09, 2007

Ömer'i kim durduracak ?

Evet bir pazartesi daha. Bakalım bu kıskançlık bir erkeğe neler yaptıracak derken olanlar oldu zaten. Ömer önce aklına ilk gelenleri yaptı ve karşı tarafı yıpratmaya çalıştı. Böyle devam etse,yıpratacaktı da ! Ama yıpratmaya çalışmak aslında bir çeşitte yıpranma olduğundan vazgeçti. Kendimizi iyi hissetmek için dediğimiz gibi "bize yakışmaz", "bize yakışanı yapmak gerek". Halbu ki, böyle anlarda aklınız hiçde bize yakışanda değildir. Aslında aklınız pek bir yerde değildir. Olayları en iyi bittikten sonra değerlendiririz ya, olaylar olurken ise genelde duygularımız ile hareket ederiz. Ömer de aynı öyle yaptı. Kendisine tutulan ayna da ne hissetti ise onu yaptı. Söylenmemiş, yanlış zamanda söylenmiş, yanlış anlaşılmış herşeyi konuşmak istedi. Böylece fikrinde, hayalinde ve en çokda gönlünde pürüz kalmayacaktı. Böyle bir şey sanki mümkünmüş gibi, sanki maçı daha sonra yvaşlatılmış olarak izler gibi. Durdurup durup yorumda bulunmak sanki olurmuş gibi. Peki herşeyi anlattıktan sonra yıkılanlar kayıp mı olacak ? bir anda filmin başına mı dönecek ? yaşananalar ve hissedilenler silinecek mi ? Hayır. Hatta belki bu kaba kuvvetinde bir bedeli olacak, yıkıp geçtiği birşeyler mutlaka olacak. Peki onlar tamir olacak mı ? Bu kadar kolay mı tamir etmek ? Hiç sanmam.. Ne zaman bu kadar kolay oldu ki oyun !

Limon Çiçeği

Cuma, Ocak 05, 2007

2006 Hesaplaşması

Hatun kişi bir yıl daha gitti işte. Göz göre göre, döne döne, sallana sallana kah oturarak kah yatarak ve sanırım arğırlıklı çalışarak geçti gitti. Günlüğümü okudum bütün bir yılı, az yazmaya başlamışım canım sıkıldı. Günlük yerine küçük küçük yapılacak listelere bırakmış. Duygu yoktu içinde, eee burada herşeyi gönlümce anlayamıyorum. Malum limon çiçeğine başladım kendimi ve artık herkes biliyor limon çiçeğini. Tamam uzatmadan anlatayım neler yapmışım 2006'da

- Master tezi bitti ve dolayısı ile master bitti artık yüksek birşeyler oldum
- Yıllardır dilimden düşmeyen Dubai ziyareti yapıldı, 12 gün kadar kalındı, beğenildi ve iş aranmaya başlandı. henüz bulunabilmiş değil. Mutlaka orada yaşamak gerek.
- Dart oynanmaya devam edildi ve yılın sonunda artık bayanlarda 3-5 arası dereceler görüldü.
- Psikoloji kitapları hatmedilerek bir güzel yeni fikirler ve içerisinde bulunduğum ruh hali çözümlemeleri yapıldı
- 3-4 ay kısa süreli olsada sabahları erken kalkıp yoga yapıldı ve nasıl mutlu olunduğu keşfedildi.
- Ablacığımın yanına gidilip 3 hafta kadar kalındı, teee Amerikalar görüldü, oralarda beğenildi.
- Oraya gitmek için iş arandı, lakin buradan zormuş o fark edildi,öyle ise doktoraya gitmeye kadar verilip, toefl ve gre çalışıldı. ve yıl bitti.
- bu arada aile için ve kendim için bloglar açıldı, blog alemine dalındı

Limon Çiçeği