Perşembe, Mart 29, 2007

Süpermarket mi ? Bakkal mı ?

"Bakkal olacağım ben" diye naralar geliyor yine yan kübikten. Çalışmaktan bıkmış, daha doğrusu insanlara laf anlatmaktan/anlatamamaktan. Bakkal olacakmış. Sanki bu devirde bakkal olmakkolaymış gibi. Astronot desek daha imkanlı. Süpermarketlerle nasıl yarışılır? İnternetten bilesüt,ekmek ve gazete alabiliyorken. Bakkal olacakmış. Çok kolaydı sanki. Türk filmlerinde karşılarız bu görüntü ile, bakkalın önünde tahta sandalye; yan esnaf ile tavla atılıyor. Sokakta bağrışan çocuklar ve yürüyüp gelenin ayak sesleri bile duyuluyor. Araba geçse olay olup, herkes senkron olarak arabaya bakıyor. Dedim size, filmlerde... Var mı halen bakkal ? Bizim oralarda yok, Ankara'nın göbeğinde yaşıyorum kabul. Yok ama yok işte.

Ben çocukken, böyle başlayan cümleleri ne çok kurar oldum, bizim mahallede bir bakkal vardı. Fuat amca, şimdi yüzü deseniz bilmem. Ama hafif göbekli, siyah veya gri kumaş pantolonlu, kareli gömlekli, karısının ördüğü siyahi yeleği... Ama yüzünü hatırlamıyorum.Tezğahın üzerindeki iki kollu teraziyi, 100-250gr demir ağırlıkları, hemen sağda benim boyuma yakın yerdeki yimuyum, horoz şeker, lolipopları, tombiler... Pazar günleri bakkalar nöbetleşe açılırlardı. Ya bizim bakkal, ya üst sokaktaki (kuzeye doğru ise üst), ya alt sokaktaki açık olurdu. Bazen sırayı unutup gezdiğim olurdu.

Bu pazar günü alışlarımda, üzüldüğüm bir kare ile karşılaşırdım. Kimdi bu kişiler, bizim komşularımız değildi, evleri neredeydi bilmem ama 150 gr peynir ile 50 gr siyah zeytin, 50 gram
yeşil zeytin alırlardı. Bizim eve alınan zeytin, peyniri nereden ? nasıl ? alırlardı farkında değilim. Ama bu karede niye ise üzülürdüm, kendi halimize bakmadan. Aradan bir zaman geçti, ben artık ilkokul beşinci sınıfa giden abla oldum.
Bizim mahalleye ikinci bakkal açıldı.Hemde tam bizim evin karşısına. Bu bakkalın diğerlerinden bir farkı vardı, birincisi uzattılan sepeti hemen farkedip "Fuuaaattt" diye bağırmaya mahal vermiyordu. İkincisi, saat 5'de kapanmayıp akşam 7-8lere kadar açık kalıyor.Sonuncusu ve benim için en önemlisi yakışıklı bir genç oğlunun oluşu. Tabi ben artık git bakkaldan şunu al denilmesi ile soluğu bu bakkalda alıyorum. Ama pazar günü Fuat Bakkal nöbetçi olunca binbir zılgıtı, sitemi yiyip geliyorum. Kendimce bahane üretiyorum, ama orası daha yakın, oranın ekmeğı daha güzel... Çocukluk işte.

Ben daha o zamandan bakkal olmanın zor olduğunu farketmiştim, şimdi bakkal olmak daha zordur. Benim yan kübikteki arkadaşım da bakkal olma hayalleri kura dursun. Zor bu devirde bakkal olmak zor.

Limon Çiçeği

not: kefeli tartılarda kullanılan 50gr, 100gr vya 250 gr fotoğrafı aradım ama bulamadım. Nostaljik olurdu bulsaydım.

Cuma, Mart 23, 2007

Biten Tek Şey Dünyanın Maddi Sahip Oldukları mı ?

Hiç sanmam, sevgi varmış eski zamanlarda hep öyle derler. Ben de mi öyle diyeceğim? Eskiden daha çok severdik. Sevgi vardı çokça... Umarım demem.
Caponlar ve yine caponlar düşünmüşler, biz niyebu kadar düşünmeyiz ki. Amerika'da yapılan araştırma, capon yazar, isviçrede araştırmaya katılan... Biz de ?? Nerdeeee ??
Sevgi türünüzü biliyor musunuz ? Capon yazar üçe ayırmış. Seviyorum ben bu caponları..
1- Eğer türü: çevremizdeki ve bizim sevgimizin çoğu olan sevgi
eğer başarılı isen seni severim
eğer dişlerini fırçalarsan annen-baban seni sever
eğer şık olursan sevgilin seni sever
eğer uslu durursan babanne seni sever....
2- Çünkü türü: sevginin yine bir kısmı
seni seviyorum çünkü zenginsin
seni seviyorum çünkü güzelsin
seni seviyorum çünkü popülersin
seni seviyorum çünkü...
Çok tanıdık değil mi ? Bence de.. ama bir üçüncü tür var. Bende henüz yok bu sevgiden, çok sevdiğimi sandığım kişileri düşünüp kategorilendirdim sevgimi. Ve itiraf edeiyorum, üçüncüsü ben de YOK. Ama bu olmayacağı anlamına gelmiyor neyseki :))
3- Rağmen türü: yok bundan yok
seni beni üzmene rağmen seviyorum
seni başarısız olmana rağmen seviyorum
seni çirkin olmana rağmen seviyorum
seni kilolarına rağmen seviyorum
seni kısa boyuna rağmen seviyorum
seni utangaç olmana rağmen seviyorum
Birinci sevgi türü pazarlıklı birşey. Yani anlaşma heran bozulabilir veya anlaşma dışına çıkılamaz. Kısıtlı yani.. İkincisi ise güvensiz. Kaza yapmanız, iflas etmeniz, vazgeçmeniz halinde sevgisiz kalma korkusu. Korkarak yaşamak, iyiye sahip olmak için çıldırmak ve hep yarışmak.
Bunu keşfettiğimde çok utandım kendimden. Evet, birinci sevgi ağırlıklı ve ikinci azınlıklı bir sevgi portfoyüm var benim. Haali ile bu kadar az getirisi olan bir sepetin beni doyurması ve sevgiyi tatmama olanak yok. İşte bu yüzden rağmenli sevmeye başlayacağım. En azından deneyeceğim. Kime söylediysem sen zor yaparsın dediler. Ama ben sınırlandırmadım kendimi. Deneyelim, bir daha deneyelim... Olmadı diye olmayacağı anlamına gelmiyor ya !
Kalıplara koymadan, kendimi birşey sanmadan, sahip olduklarımı bir kenara bırakarak, karşımdakini tanıyarak, onun özelliklerini abartmayarak, eksikliklerinden dolayı üzerini kalın çizgilerle çizmeyerek, kısa zamanda karar vermeyerek, kendimi yükseklere koymayarak... Zaten olduğu gibi kabul etme denemelerim devam ediyorken, bir de rağmenli sevgi umarım başarılı olurum.
Siz şimdi üşenir sormazsınız kendinize, benim sevgim hangisi diye ? Şöyle diyelim
Kimse yok sizi seven,sevecek; ihtimaliniz bile yok sevilmek için; ne yapmayı bırakırdınız
- makyaj
- saç tarama, traş
- dekolte
- kuaför
- kariyer yapmak için çok çalışmak
- ev almak için para biriktirmek
- arabanın modelini yükseltmek
- sehpanın üzerinde sadece şık olduğu için bir sürü para vererek aldığınız(mız) gerekisiz biblo
- kitap okumak
- sinemaya gitmek
Sizi kimse sevmesede yapacaklarınızın sayısı ne kadar az değil mi? Yani bir çok şeyi daha çok sevilmek için yapıyoruz. Açık açık söylemesekde, bir tebessüm, birgüzel akşam yemeği, bir "nasılsın bakalım" telefonu, onun arabası güzel sözü için kendimizi paralıyoruz. Evet, tam olarak paralıyoruz. Ama kuaförden çıkarken kapıyı tutan çoçuğa bir gülümseme vermiyoruz, asansördeki adama "günaydın" demiyoruz. Hep başları bizi sevsin istiyoruz, bizi beğensinler, gülümsesinler, önemsesinler... Halbuki biz onlara birşeyvermek istemiyoruz. Vermeden almak, gitmeden gelmek, yemeden doymak... Yok öyle yağma, önce vereceksin, hatta bekletin falan olmadan vereceksin. Verdiğin için mutlu olacaksınki, karşılık gelmeyince üzülmeyesin.
Petrolümüz bilmem kaç yıl içinde bitiyor, dünya bilmem kaç yıl sonra çöl oluyor, doğal gaz bilmem ne zaman bitiyor... Peki sevgi ne zaman bitiyor ? Bunu ölçbiliyor muyuz ? Keşke ölçsek, ne kadar az sevgimiz olduğunuzu görsek. Bankadan aradıkları gibi bizi arasalar ve " hesabınızda son 3 aydır sevgi yok, eksiye düştünüz, lütfen aldığınız sevgiden bizede aktarın" deseler. Böylece eğerli, çünkülü sevgilerimizin zararını somut olarak öğrenebilirdik.
Bu haftasonu umarım herkes için güzel olur, iyi eğlenir, yeni insanlar tanır, tanıdıklarınızın yeni yönlerini keşfeder ve neşeli-sevinçli olursunuz. Ben de pazartesi sevinç çığlıkları atarak, size güzel bir haber verebilirim.
Limon Çiçeği

Çarşamba, Mart 21, 2007

Bay Bay Hapiness

Hello the hapiest :))

Evet, moraller yine iyi, yine çevredekilerle uyum içindeyim. Çevremde bana hiçte uymayan, tasvip etmediğim, yanından bile geçmeyeceğim insanlar var, ama ben onları sevmeye başladım. BirazCIK zaman verince kendimden birşey buluyorum onlarda. Sanki kendimin her halini severmişim gibi, kendimden bulduğum özelliği sevmesemde, değiştirmiş olsamda onları anlamaDAN kabul etmeye çalışıyorum. Sanki şartlar benim olsa, bende onlar gibi olurmuşum gibi düşünmeye çalışıyorum. Ne mi oluyor, tahammül daha kolay oluyor.


Kuzenlerden biri ailesimizde olan bütün eski fotoğrafları toplamış, internette güzelce bir albüm hazırlamış. Adresini tabiki vermeyeceğim :)) Sizin öyle fotoğrafları tek başınıza bakmanıza gönlüm razı olmaz, benim başınızda olmam, bol bol o kişileri anlatmam gerek. Bahçe içinde çekilen fotoğrafta annemin takıntısından bahsedip, elimdeki koparılmış papatyayı anlatmam gerek. Mersinli olduğumuzu, elimize tutuşturulan madalina-portakkallarla bize hatırlatmalarını anlatmam gerekir. Verilmiş pozlardaki, "ah bir artist olsam" edalarını vurgulamam, kaymış gözleri, aynada patlamış flaşların altını çizmem, bazılarını büyük harflerle anlatmam gerekir. Yoksa ne olacak siz bakacaksınız, benimde içimde anlatılmamış onlarca hikaye kalacak. Gören duyanda geçmişi tane tane hatırlıyor sanacak ama hatırladığım kadarı ile. Değinmeden edemeyeceğim fotoğraf kareleri:
-- sapsarı saçları olan kuzenime, hangi akla hizmetse kına yakılmış, kızcağız üç fotoğrafta turuncu kafa olarak geziyor... Ben turuncuya yakın boyadığımda ise kızılca kıyamet koptu..


-- daha 6 yaşındaki bir kuzene çingene pembesi boydan elbise ve eline mikrofon versem şaşılmayacak, çünkü belindeki kalın beyaz kemer ile birazdan sahneye çıkabilir . Halbuki biz pembeleri-mavileri çok sonra giydik, güvenimiz yerine gelince...


-- sırt sırta vermiş iki kadeş, anlaşamadıklarını daha nasıl anlatsınlar . ben anlaşamasamda seviyorum valla onları..

-- yeni evli bir çift ve ilk arabaları ford... Ahhh benimde arabam olsun artık ya...


-- ben ve ablam farklı karelerde fotoğrafçıya bakmak yerine bulduğumuz bir yeri gözlemizi fal taşı gibi açıp bakmışız , herkesten farklı olacağız diye daha o yaşlarda uğraşmaya başlamışız, sonuç nedir? herkes gibiyiz işte..

-- ananemlerin çukurovalığı bırakmadan az önceki kara şalvarlı halleri . Bende sandığımda o şalvarlardan istiyorum, aaa niye benimyok ki.

...
dün bütün gün güldüm, güldüm.. Fıtık rahatsızlık vermese ben daha çok gülerdim.

dişi magamın yorumu ise daha güzeldi:
"Portakalsız çıkmam abi.."

ahhh yine ağrıdı bu meret, aldıracam-kapattıracam ben bunu :))

Limon Çiçeği