Çarşamba, Mayıs 23, 2007

Aşk ...


Düzenli olarak takip ettiğim çizgi serisindendir. Buyrun...

Salı, Mayıs 22, 2007

Ne dedi ?

Diyor ki Hacı Emmi;

"n'onca yaşarsan yaşa
sonunda ölümdür kalan"
Boşşvverrr,
sen bunlara
kula'sma adamım,
öldüğün an,
ölümde yalan

Mustafa Ahmed

Cuma, Mayıs 18, 2007

Bu Kadar mı Tutar ?

Ben böyle testleri yapmayalı çoook zaman olmuştu. Henüz kendimin ne olduğuna tam emin olmadığım zamanlarda yapar, tuttu veya tutmadı diyerek kendimi onaylar/onaylatırdım. Cuma günü bu saat olunca, geyik gönderilen epostalara bakmaya başladım. Açık açık yazayım, sizden günde 2-3 adet herkese gönderilen mesajlardan geliyorsa, muhtemelen okumadan siliyorum. Ama ayda yılda bir gelenlerdenseniz, mutlaka okunacaklar arasına alıyorum. Spam'e kendimce dur diyorum işte.

Neyse dağılmayalım.
Yaptığım test şudur:

1- Kız/erkek arkadaşınızın evine doğru gidiyorsunuz. Eve ulaşmanın iki yolu var. Bir tanesi dogrudan eve götürüyor, hızlı ama çok sıkıcı bir yol. Diğer yol ise daha uzunca fakat etrafta görülecek ilginç dükkanlar, güzel bir manzara ve renkli insanlar var. Sevgilinize gitmek için hangi yolu seçerdiniz?

2- Yolda 2 gül bahçesine rastladınız. Bir tanesi kırmızı güllerden diğeri beyaz güllerden oluşmuş. Sevgiliniz için 20 adet gül koparmaya karar verdiniz. Kaç tane kırmızı, kaç tane beyaz seçerdiniz? (isterseniz hepsini tek bir renkten seçebilirsiniz)

3- Sonunda eve vardınız. Arkadaşınız kapıyı açtı. Sevgilinizi çağırmasını rica edebilirsiniz yada kendiniz girip onu alabilirsiniz. Hangisini yaparsınız?

4- Sevgilinizin odasına gittiniz ama orda kimse yok. Gülleri orda bırakmaya karar verdiniz. Pencerenin yanına mı yoksa yatağın üzerine mi bırakırsınız?

5- Gün bitti ve artık yatma zamanı. Sevgiliniz ve siz ayrı odalarda yatıyorsunuz. Sabah uyanma vakti gelince, sevgilinizin odasına gidip bir baktınız. Sevgiliniz hala uyuyor mu yoksa uyanık mı?

6-Artık kendi evinize dönme zamanı. Kısa yolu mu yoksa uzun yolu mu tercih edersiniz?

Benim cevaplarım:

1- Tabiki kısa yolu seçerim:

Yorum: Yol, sizin aşka karşı nasıl bir tavır aldığınızı gösterir. Eğer kısa yolu seçerseniz, çabuk ve kolay aşık olan bir tipsiniz. Eğer uzun yolu tercih ediyorsanız kolay kolay aşık olmuyorsunuz ve uzun zaman geçmesi gerekiyor.

2- 20 adet kırmızı:

Yorum: Kırmızı güllerin sayısı ilişkiye ne kadar kendinizden verdiğinizi ve beyaz güllerin sayısı karşılığında ne kadar beklediğinizi gösterir. Örneğin, 18 kırmızı ve 2 beyaz tercih etmişseniz, %90 veriyorsunuz ve karşılığında sadece %10 bekliyorsunuz demektir.

3- Gider kendim alırım:

Yorum: Bu soru sizin ilişkideki problemlere karşı nasıl yaklaştığınızı gösteriyor. Eğer arkadaşından rica etmişseniz, o zaman problemleri yok farzetmeyi tercih ediyor ve bir şekilde kendi kendine çözümlenmesini bekliyorsunuz demektir. Eğer kendiniz gidip almış iseniz, o zaman biraz daha direk bir insansınız ve sorunları hemen çözmeyi tercih ediyorsunuz.

4-Yatağa:

Yorum : Güllerin nereye bırakıldığı sevgilinizi ne kadar çok görmek istediğinizi gösteriyor. Yatağın üzerine bırakmak, onu görmeyi çok istediğinizin göstergesi, buna karşılık pencere kenarına bırakmak görüşmesenizde olur anlamına geliyor.

5- Uyuyor, kıyamam :))

Yorum: Bu soru sevgilinizin kişiliğine nasıl yaklaştığınızı gösteriyor. Eğer onu uyurken buluyorsanız, sevgilinizi olduğu gibi seviyorsunuz. Eğer uyanıkken buluyorsanız, sizin için değişmesini bekliyorsunuz demektir.

6- Uzun yolu :

Yorum: Eve dönüş yolu bir insana ne kadar süre aşık kalabileceğinizi gösteriyor. Eğer kısa yolu seçmiş iseniz genelde aşklarınız çok çabuk bitiyor demektir. Eğer uzun yolu seçmişseniz bir ilişkide aşkınızın daha uzun süre devam edeceğini gösteriyor.

Yaa ben daha napiyim ??

Limon

Pazartesi, Mayıs 14, 2007

Çilekli-Muzlu Çikolatalı Tart ve Anneler Günü

Bütün annelerin ve anne adayların anneler günü kutlu olsun. Umarım çok güzel sevgi sözleri duymuş, güzel süprizler olmuş ve güzel hediyeler almışsınızdır. Bizim anneler günümüzde pek yoğundu. Annem ve çevredeki anneler ile hediyeleşmeler, görüşmeler arasında geleceğin anne adayı olan bana bile hediye geldi.

Ben de bu güzel gün ve verilmiş 3 kilo hatrına ne zamandır istediğim çikolatalı tartı yaptım. Tartın kreması için Pastacının verdiği tarifi kullandım ve bundan böyle kesinlikle artık tek krema tarifim var.

Önce tartın hamurunu yapıyoruz, o pişerkende kremayı.



tart hamuru:

malzemeleri:

- 1.5 su bardağı un

- 100 gram oda sıcaklığında veya eritilmiş tereyağı

- 3 çk pudra şekeri

- 3 çk kakao

- 1 yumurta

- 1 paket hamur kabartma tozu

Bütün malzemeleri sıra ile birine karıştırıyoruz. Ben şu sırayı takip ettim; yağ + yumurta + şeker + kakao + un + kabartma tozu. Sonra bir güzel yoğurup, yağlanmış tart kalıbına yayıyoruz.Çatalla delikler açıyoruz ve üzerine yağlı kağıdı serip kuru baklagillerden koyuyoruz. Böylece kabarmasını engelliyor. Önceden ısıtılmış fırında, 150 derecede 35-40 dakika kadar pişiriyoruz.Soğumaya bırakırken bizde enfes kremanın yapımına geçiyoruz.Buyrun geçelim.
krema malzemleri:

- 1 su bardağı süt

- 1 paket süt kreması (200 ml)

- 2 yk nişasta

- 5 yk toz şeker

- 3 yk kakao

- 2 yumurta

- 1 fiske tuz

- 1 paket vanilya

Vanilya hariç bütün malzemeleri altı kalın bir tencerede koyup, karıştırıyoruz. Sonra kısık ateşte kaynayana kadar karıştırarak pişiriyoruz. Kaynadıktan sonra karıştırmaya devam ederek 3-4 dakika daha pişiriyoruz. Sonra soğuk suya oturtarak, vanilyayı ekleyip karıştırıyoruz. Ben mikser ile karıştırıyorum, tel de aynı işi görür. Soğumaya başladığında streç ile kapatıp dinlenmeye bırakıyoruz.

Soğuyan tartın üzerine kremanın büyük bir kısmı dökülür ve düzleştirilir. Geriye kalanına küçük küçük doğranmış çilek, muz eklenerek en üste dökülerek düzeltilir.

Sonra benim gibi fotoğraf makinesinin azizliğinin farkına varmdan bir güzel fotoğrafları çekilir ve yenilir. Sonra ise fark edilirki, hafıza kartından okuyamıyorum. Kurtarabildiğim tek fotoğraf ise üstte. Tabi bu işin şakası, umarım sizin başınıza böyle birşey gelmez.

Afiyet olsun.

Cuma, Mayıs 11, 2007

Saymaya Dermanım Yok

Dün diş tellerimin günüydü. Beklediğim 5. ay da bitmiş ve ben güzel haberleri almak için akşam üzeri Hakan'a gittim. Mutlu, mesut, enerjik olarak dişçiden sonra kendimi konsere atacaktım. Önce Mete ile konuştuk, ben yine pozitif pozitif ortalıklardayım. Hakan'ı görünce böyle içimden mutlu birşeyler yükseldi, tamam dedim güzel haberi birazdan verecek. Ben koltuğa uzanacağım bakacak ve "güzzeelll, bir ayınız (40 günde olur, hadi en fazla iki ay) kalmış" diyecek. Ben gözlerimi kapatacağım ve en geç temmuz ayında tellerden kurtulmuş halimi düşleyeceğim. Senaryo bir yere kadar doğru, yani koltuğa oturma kısmına kadar. Sonra Hakan, tedavinin en sevdiği yere geldğini söyleyince; tamam dedim, budur. Meğerse orta dişlerin ayrılmış haliymiş. Elleri ağzımda, sizin yurtdışına gitme işiniz ne oldu demez mi ? Önce soğuk terler, sonra ilk fırsatta " yok olmadı, niye , noldu , neden sordun " soruları fırladı ağzımdan. Tedavimiz uzayabilir demez mi ? Çatan kaşlarımdan soracağımı anlamış olmalıki , 3 ay kadar daha dedi...
Parmaklarımla saydım... Taaaa ağustos, yok dedim, bir daha saydım.. evet taaa ağustos... Bu arada hem canım yanıyor, hem dişlerim acıyor, hem ben 3 ayı sayıyorum... İlk tepki çatık kaşlar oldu, sonra ; tersleme ve inanmama oldu; pazarlık etmem de işe yaramadı, ben de son çare küstüm. Sorun var mı dediğinde, 3 aydan daha ne olsun dedim :(( Çıkarken Mete'ye hoçakal derken, bütün her yerim 3 ayı kabul edemiyordu. Çıktığımda ne konsere gidecek halim vardı, ne de aç olsamda dişlerimin baskısından yemek yiyecek halim; öyle 3 ayı sayarak eve geldim. Sonrası bol bölünmeli ve acılı uyku...
Ahh Hakan ahhh... 3 ay geçer mi? Bu yazı telli telli geçiriyorum ya! Gitti benim kısmetler yine :))
Limoni.

Perşembe, Mayıs 10, 2007

Camdan Kalp

Bugün yine erken kalktığım günlerdendi. Bahardan olsun, düzenli spordan olsun,verilmiş 3 kilodan olsun gülümseyerek geziyorum ortalıklarda ve işe yarayacağım şeyler arıyorum. Gönüllü çalışmalar falan arıyorum bir taraftan, bir taraftan yeni dil mi öğrensem diyorum, malum sevgili arayışı ilk sıralarda :))
Sabah güzel güzel kahvemi içerken, pencereden gelen serin hava yüzüme çarpıp beni uyandırıyor ve annemin diktiği şebboy,lale ve adını bilmediklerimin kokusu geliyor. Değmen keyfime yani... Annemi rahatsız etmemek için telefonun radyosunu açtım ve bir şarkı çıktı. Aslında çok doyduğum bir şarkı "Camdan Kalp", bazı bazı beyaz gelinciktede duymuştum; Funda Arar'ın yorumundan. Neden bilemem gözyaşlarım akmaya başladı. Ben ne oluyoruz derken, içimden birşeyler yükseldi ve bitti. Hiç anlamadım. Hani anlam yükleyeceğim bir "kırıklar" durumuda yok ama baharın hatırlattıkları var galiba-kelimelere dökülmese de, ya da demek istedikleri. Sanki o an ben ben değildim de, buşarkıda söylenilenleri hisseden kişiydim. Reenkarnasyona bile inanasım geldi :))
Şarkının sözleri :
Yar,senin hediyen
Bir gönül ağrısı
Ah, ölüm olmalı
Yok, aşk değil adı
Aşk bizi terk etti
Ah, ne gelir elden?
Dertli bağrımda camdan bir kalp var.
Artık dönsen de
Geçmez ki bu kırıklar
Sen gittin,
Yastığımda kokun misafir kaldı.
Gözlerimden haylaz yağmurlar yağdı.
Ayrılık mı, sen mi, yoksa sevda mı,Hangisi sebebim olur?
Söz: Günay Çoban
Müzik: Febyo Taşel
klibi için ise YouTube sağolsun :
Diş tellerimin 5. ayı bitti. Bana yıldan fazla geldi, hatta artık çıksada eski ben olabilsem demeye başladım. Geçen gittiğimiz tatilde çekildiğimiz bütün fotolarda sade veya biraz gülümseyen ben ... Artık sıkıldım bu halimden sanırım. Bir de ilgi odağı oluyorum ki bu yaşta diş telleri ile sormayın halime. Bugün randevumuz var. Umarım Hakan bir gün verir ve ben geri sayıma başlarım. Pek söyleme taraftarı değil kendisi ama artık elden ne gelirse, ağzından laf koparmak için yapacağız :)) Şirinlik -şirretlik hepsi mevcut anacım :))
ODTÜde bahar şenlikleri var, ve bugün saat 6'da eski türkçe 45liklerin olduğu süper göbek atıp, dans edilecek şarkılar var. Kaçmaz, umarım yetişebilirim ve çığlık çığlğa şarkıları söylerim. Ses fena mı fena olunca ancak konser ortamlarında bağıra bağıra söyleyebiliyorum. Yakın çevre biraz tepki veriyor ama napiyim ? Şan dersi falan alamıyacağım valla :))
Limon Çiçeği

Cumartesi, Mayıs 05, 2007

En acısı

Bu dünyada en acı şey, hiç sevilmemiş olmak olsa gerek. Biraz değil, az değil, belki değil.. HİÇ SEVİLMEMİŞ OLMAK...
Ben hırçın genç kızken, acımaktan nefret ederdim. Ve birinin bana acıdığı duygusunu düşününce kanım donar, öfkemden nefes alamazdım. An gelene kadar acımak nasıl bri duyguydu hep irdeledim. An geldi ve ben kendime ilk defa acıdım. Nedeni ise sevildiğimi sanıp, aslında beni hiç sevmemiş olduğunu anlamamdı. Sonra bildiklerim tersine döndü, hırçınlığım söndü, ben artık başka biri olmuştum. Belki kandırılmışlığımı sessizce kabul etmiştim. Ondan sonra amacım gerçekten sevilmek oldu. Şimdi ise gerçekten sevmek... Vermenin güzelliğini yeni yeni öğreniyorum işte. Almaktan, istemekten, biriktirmekten, bunu yaparken kaçırdıklarımı bir kere daha gördüm. Zor şeymiş güzel ve özenle yaşamak...
Hayatınızda siz gerçekten sevildiniz mi ?